SERAMİK SANATI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SERAMİK SANATI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2021 Cumartesi

Kafatası Kültü

Kafatası / Bohem Fincanlar

Hayatın kaynağı olan beynin, kafatasında yer alması, dolayısıyla kafatasının hayatın koruyucusu gibi bir görevinin olması ilkel insanın zihninde, olağanüstü bir duruma yükselmiştir. Bu durum, kafataslarının, ruhların merkezi olarak algılanmasına yol açmıştır. İlk zamanlar insan kafatası ile başlayan kült, zamanla hayvanların evcilleştirilmesi ya da kullanılmaya başlanması ile köpek, sığır, koyun ve son olarak at kafatası ile devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir.

Bu kültün dünyanın çeşitli toplumlarında olduğu bilinmektedir. Çanak çömlek öncesi Neolitik dönemde Anadolu’da Çayönü, Çatalhöyük, Köşk Höyük ve Harran kültürlerinde; Ürdün’de Erîha ve Ayn Gazal kültürlerinde, kafatası kültüne rastlanmıştır. Özellikle Niğde’de yer alan Köşk Höyük’de, arkeologlarca “kafatası binası” olarak adlandırılan bir binada 70 civarında kafatasının bulunması, oldukça önemli bir olaydır[21]. Tibet Budizmi olan Lama tapınaklarında da bir kafatası kültü vardır. Bu tapınaklarda kafataslarının, bakır ya da gümüşle kaplanmış olması dikkat çekmektedir. Ayrıca eski Harran kültüründe de kafatası tapınmasına rastlanmıştır[22]. Bunun dışında Hindoloji uzmanlarından Prof. Dr. Walter Ruben, “Hind’de Köy ve Şehir” adlı makalesinde Hindistan’daki bazı ilkel kabilelerin kafatası kültüne sahip olduklarını, bazılarının da kafatası avcılığına önem verdiklerini belirtmektedir[23]. Ayrıca İtalya’da Monte Circeo’da bir kafatası meydanı ortaya çıkarılmıştır[24].


Görüldüğü gibi dünyanın birçok bölgesinde bu kült, etkili olmuştur. Özellikle neolitik dönemden itibâren birçok uygarlığın, bu kültü benimsemiş olduğu görülmektedir. Dünya da birçok uygarlığın benimsemiş olduğu kafatası kültüne karşı, acaba Türkler nasıl yaklaşmış olabilir?


Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, günümüzde çok azalsa da, kafatası kültü, Türklerin arasında hâlâ yaşayan bir külttür. Anadolu ve diğer Türk coğrafyasındaki birçok inanış ve gelenek, bunu açıkça göstermektedir. Türklerdeki Tengrici inanışın bir göstergesi olarak ortaya çıkan kafatası kültü, gerek kötülüklerden korunma, gerekse düşmanının gücüne sahip olma ve gerekse de düşmanının ruhunu ele geçirme gibi nedenlerden dolayı yaşanmıştır.


Tarihî kaynaklar, bizlere Türklerde öldürülen düşman liderinin kafatası ile içki içildiğini göstermektedir. Hun yabgusu Motun’un (Mao-tuen) MÖ 201–202 yıllarında savaştığı Yutçelerin (Yüe-çi) şefinin kafatasından bir kupa yaptırdığı bilinmektedir[25]. Ebu’l Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türkî adlı ünlü eserinde Kereyitlerin şefi Ong-Han’ı (Toğrıl) öldüren Tayang Han’ın, Ong-Han’ın kafatasını gümüş içine yerleştirdiğini ve daha sonra birtakım olağanüstülüklerin yaşandığını, bunun üzerine Nayman büyüklerinin olayı hayra yormadıklarını anlatmaktadır[26]. Ayrıca Sakaların kadın hükümdarlarından Tomris’in Pers imparatoru Kirus’u öldürmesi ve kafatasından kadeh yapması bilinen olaylardır. Ayrıca Sâfevî şâhı İsmâil’in Özbek Hanı Şaybak Han’ın kafatasından kadeh yaptırıp, bununla şarap içtiği, ardından da Osmanlı Sultânı 2. Bâyezid’e gönderdiği bilinmektedir[27]. Bunların dışında çeşitli Türk boyları ile Sibirya toplulukları ve Tunguz boylarının da ele geçirdikleri kafataslarını korudukları ve taptıkları bilinmektedir. İnsan kafatasının bu şekilde kullanılması bize gösteriyor ki, Türkler için kafa, düşman ya da aile tarafından saklanıp varlığını sürdürür. Ona tapılır ve uzun süre korunur. Ele geçirilen kafatasların uzun süre, hatta yüzyıllarca korunduğu tarihî belgelerde yer almaktadır.


Ancak asıl ilginç nokta ise yakın zamana kadar benzer inanışların sürmesidir. Meselâ Erzurum’da yakın zamana kadar yağmur yağdırmak için mezar dışında ve açıkta bulunan insan kemikleri toplanarak suya atılırdı[28]. İnsanlar, kuraklığın açıkta bulunan kemikler yüzünden olduğuna inanmaktadır. Binboğa dağları çevresinde Müslüman olmayan birinin kafatası bulunarak, yağmur yağdırsın diye suya atılırdı.


Türklerde insan kafatasının yanında hayvan, özellikle at ve sığır kafataslarının da önemli olduğu görülmektedir. Fotoğrafçı arkadaşım Yılmaz Kaya’nın Çanakkale’nin Kızılkeçili köyünde çektiği fotoğraflar, bu durumu açıkça belgelemektedir.


Ayrıca Çuvaş Türklerinde, Tanrı, çiftçiye bol ürün verdi ise şükür amaçlı olarak tarlada, korkuluk üzerine at kafatası asılır. Yine Çuvaşlarda bu sefer, büyü ve kötü ruhlardan korunmak amacıyla tarlaya, bahçeye ya da kapıya at kafatası asılır[29].


Kazak, Kırgız ve Başkurtların, kötü ruhlara ve büyüye karşı tılsım olarak at kafatası kullandıkları bilinmektedir. Başkurtlar, ayrıca arı kovanlarının etrafına da, arı sokmasına karşı at kafatası yerleştirmiş, kazıklar dikmişlerdir. Kuzey Kafkasya bölgesi Türkleri de, tarım ürünlerini korumak için tarlalarına at kafatası yerleştirilmiş kazıklar dikmektedirler.


Anadolu’da da birçok yerde aynı gelenek sürmektedir. Meselâ Samsun’un Alaçam ilçesinin Akbulut köyünde nazara karşı sığır kafatası dikilmektedir[30]. Mersin’in Çapar köyü ile Arslan köyünde de, bir hoca (büyücü) at kafatasına dualar yazar ve kafatasını dereye bırakır ya da herhangi bir suya koyar. Yağmur yağdırma amaçlı olan bu eylemin yağmurun başlamasından sonra bitirilmesi gerekir. Aksi halde köylülere göre yağmur kesilmez ve sel meydana gelir[31]. Sivas’ta fazla mahsul veren bir tarlayı nazardan korumak için at kafatası gömülür[32]. Kars’ın Selim ilçesi Darboğaz köyünde de evlere nazar değmesin diye kapıya at nalı çakılır. Evin girişine koç, köpek veya at kafatası asılır[33]. Ayrıca Mersin, Hatay ve Diyarbakır’da mahsulleri nazardan korumak için bağ-bahçe ya da tarlanın içine bir sırık üzerinde at, eşek, koyun, inek, köpek gibi hayvanlardan birinin kafatası dikilir. Elazığ’da ekinler için bir hayvan kafatası ya da bunun yerine insan kılığındaki bir korkuluğun kullanıldığı görülür. Osmâniye’de ise tarlanın içinde kafatasıyla beraber bir de dikenli çalı asılır[34].


Ayrıca yağmur yağdırmak için Erzurum’da köpek kafasına dua yazılır ve suya atılır. Denizli’nin Acıpayam ilçesinde çayırdaki değirmen suyunun çıktığı yere at kafatası gömülür. Erzurum’un Pasinler ilçesinde at kafatasına dua yazılıp suya atılır. Isparta’nın Uluborlu ilçesinde bir at kafatası bulunur. Güzelce yıkanır. Alın kemiği üzerine bir âyet yazılır. Bu kafatasını, saflığı ile tanınmış bir şahıs, ayak değmemiş bir akarsuya atar. Ankara’da at kafatasına, yağmur duasından sonra, dua yazılır. Kastamonu da ise at yerine koyun kafatası suya atılır[35].


Kafatası kültü, doğrudan yer-sublarla ilgilidir. Birçok noktada onların ongunu bile olabilmektedirler. Tengrici Türkler, yer-sub olarak adlandırdıkları ruhların, her yerde olduğuna inanırlardı. Her dağın, suyun, ovanın, derenin, otun, çayırın, hayvanın, taşın, çadırın ruhu vardı. Yer-sublar, yerin ve suların ruhlarıydılar. Bu yüzden de, nereden geçerse geçsin, insanoğlu, dikkatli olmak zorundaydı. Meselâ yüksek bir dağın yakınından geçen bir Türk atlısı, atından iner ve iki dizini yere vurarak, dağa doğru dua ederdi. Bu dua, hem dağın ruhuna, hem dağdaki taşların, ağaçların, hayvanların ve suların ruhlarına, hem de dağın tepesinde bulunan ataların ruhlarına yapılmış olurdu.


Yer-subların bazıları iyi, bazıları da kötü karakterliydi. Bunların içinde Albız, kötülüğün temsilcisiydi. Yer altı tanrısı ve Tengri’nin oğlu olan Erlik Han’a hizmet ederdi. Birçok kaynakta, şeytan olarak gösterilmiştir. Özellikle loğusa dönemindeki kadınlara, çocuklara ve atlara musallat olduğuna inanılırdı. Bunun kötülüklerini engellemek için kurbanlar kesilir, loğusa şerbeti dağıtılır, bazı yerlerde de kadının başına süpürge konurdu. Albız inancı, albastı, alkarısı gibi isimlerle hâlâ yaşamaktadır. Ayrıca Tengrici dönemin iyi ruhlarından olan ve Ay’ı yöneten Ay Dede’de hâlâ yaşamakta olan bir inançtır. Ben çocukluğumda Ay için Ay Dede denildiğini çok iyi hatırlarım.


Her ne kadar inanç sistemi değişmiş olsa da, özellikle ruhlarla ilgili düşüncelerde fazla bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. Bunda İslâmiyet’in ruhlar konusuna fazla girmemesi de şüphesiz etkili olmuştur. Bu da insanların, ruh inançlarını ve birçok hastalığın, sıkıntının kaynağını, ruhlara (ya da cinlere) bağlamaya devam etmelerine neden olmuştur.

Kutlu Altay KOCAOVA /  www.altayli.net

Kiren Meyvesi ve Ağacı

Kiren / Turkuaz Seramik Kupa

Bazı yörelerde 'kiren' veya ' zoğal' olarak da adlandırılan kızılcık meyvesinin insan kanındaki melatonin artırıcı etkisi, meyvenin olgunlaşmak için sindire sindire uzun yıllara yayarak güneşten almış olduğu akıl ışığını insan vücuduna ritm düzenleyici olarak aktarmasından kaynaklanır. 

Kızılcık ağacının geç büyümesi bizim halk folklorumuzda 'kızılcıklar oldu mu? selelere doldu mu?....' diye başlayan türkümüze de konu olmuştur. Sümer dilinde 'i-li-a-nu-um' olarak bilinen kızılcık, antik dünyada görme özürlü ünlüThebaili kahin Teiresias kendisine verilen kızılcık ağacından yapılmış baston ile her yeri görüyor olarak yönleri tayin eder ve savaşırdı... 


Karanlığın güçlü antioksidan gücü olarak bilinen melatonin, uzun yıllar her bir zerresine güneş ışığı nüfuz ederek çok geç büyümesi ile ünlü kızılcık (Cornaceae, cornus mas) meyvesinde çok yüksek oranda bulunur...

Köpekbalığı meyvesinden dolayı eskiden sopası tehdit unsuru olarak da kullanılan ağacın dalı esnek olduğu için İngilizce 'dogtree' ye (1550) daha sonra ise esnek olmasına rağmen ağacından toprağı delebilen hançer gibi silahlar yapıldığı için 'dag-berry' (1630) ye dönüşmüş...


M.Ö. 333 de İskender Frigya'nın başkenti Gordion'a geldiğinde Frig efsanesine göre, çözüldüğünde dünyaya hakim olunacağı yazıldığı düğüm bir kızılcık ağacının dalından yapılmıştı...Bazı bölgelerimizde kızılcık meyvesinden soğuk algınlığına birebir gelen ekşili tarhana 'şifa çorbası' olarak adlandırılır...



Antik çağlarda da ünlü olan portakaldan daha fazla C vitaminine sahip virüs düşmanı kızılcık meyvesinden de alınabilen melatonin kan yoluyla epifiz bezitarafından üretilmesi ile tetiklenen SCG (Superior Cervical Ganglion) nin omurgayı da etkileyerek PVN (Paraventricular Nucleus) üzerinden SCN(The Suprachiasmatic Nucleus) yi etkileyerek gözde biyolojik saat ayarlaması yapar.


Yukarıdaki beyin şeklinde kırmızı kesikli çizgi ile belirtilen yol göz bezlerinin nöron yoludur.(eye-pineal neural pathway) Uyku, gün ışığına maruz kalan insanın gün ışığının fazla alınmasından dolayı bozulan dengenin omurgalıların beyninde bulunan epifiz (pineal bezi) bezi tarafından salgılanan melatonin ile yeniden tesis edilmesi olarak tanımlanır... 


Günün değişik saatlerinde değişik davranış modlarına girilmesi (sosyal ilişkiler, uykusuzluk, sinir..vs) olarak bilinen sirkadyen ritim bozuklukları ve uyku modu canlılarda antioksidan bir madde olan melatonin ile insan beyninde üçüncü bir göz olarak bilinen bu epifiz bezi tarafından salgılanır, Beyindeki SCN (The Suprachiasmatic Nucleus) bölgesindeki aktif nöronlar, insandaki sirkadyen ritmi belirleyen salgılama yapar. Bundan dolayı uyuruz vesirkadyen zamanı dediğimiz vücudun çevreye karşı verdiği tepkiler zamana karşı değişiklik gösterir....


Tam 2 hafta önce 16 mart 2017 tarihinde Kaliforniya Üniversitesi'nden bir grup bilim insanı insan vücudunda sirkadyen zamanı ayarlayan mavi-yeşil alg olarak da tanımlanan 'cyanobacteria' [1] moleküllerininin birbirleri ile nasıl bir etkileşim içinde olduklarını açıkladılar... Bu moleküllerin sadece 3 proteinden oluştuğunu açıklayan bu bilim insanları nükleer manyetik rezonans (NMR) spektroskopisi ile molekülleri anlık görüntü ile görüntülemeyi başardılar...Dünyanın dönüşü ile de senkronize bir şekilde çalıştığı ileriye sürülen ve vücudumuzda genetik, epigenetik ve metabolik aktiviteleri de takip ederek gece uyumamızı sabah ise uyanmamızı sağlayan bu moleküllerin bir İsviçre saatinin her bir parçasının çalışması ile oluşturduğu mekaniksel fonksiyon ahengi gibi vücudun anatomik bütünselliği içinde değerlendirilmesi öngörülmekte...


Dünyanın dönüşü ile sirkadyen moleküllerinin senkronizasyonu ise güneş ya da atmosferik olaylar sonucunda oluşan elektriksel gücün oluşturduğu enerjinin 7.8, 14.3, 20.8, 27.3 ve 33.8 Hz olarak ortaya çıkan Schumann Frekans Harmonikleri insan anatomisi üzerinde özellikle de sirkadyen zamanı üzerindeki etkisinden kaynaklanır.. İnsanın uyumasına neden olan bu frekansların ilk harmoniği olan 7, 8 Hertz değerinin derin bilinçaltı aktivitesinin başlayarak uyku ile uyanıklık arasındaki durumu belirleyen (mahmurlaşma ya da gevşeme denilebilir)teta frekansı olarak ışık hızının dünyanın çevresine bölünmesi ile elde edilen frekans sınırında olduğu da gayet açıktır.... (ışık hızı 300.000 km/sn /40.000 km = 7.5 Hertz)


Sirkadyen biyologları olarak adlandırılan bilim insanları, KaiA, KaiB and KaiC olarak tanımladıkları söz konusu 3 proteinin günün farklı saatlerindeki etkisini ve gece davranışlarını öğrenmek için deneylere devam ediyorlar...


Kültepe Höyüğü' nde (Kayseri) bulunan 4000 yıllık bir buluntuda [2] Asurlu bir tüccarın beyin zarına başarılı bir cerrahi müdahale yapıldığı ve m.ö 10.000 lere kadar uzanan bir tür kafadan kemik alarak ameliyat yöntemi olan trepanasyon, insan beynine ilk cerrahi müdahale olarak tespit edilmiş. Beyin zarını yaban mersini ve üzüm gibi meyveler ile koruyan bir antioksidan meyve olarak insan beyninde sirkadyen ritim kaynağı melatonin ile dolu olan kızılcık ise, diğer vitaminler [3] gibi beyin dostu olarak Anadolulu [4] doktor botanik ilminin ilk kitabını yazan farmakolog Romalı Pedanius Dioscorides (m.s. 40-90) tarafından belirtilmiş ve antik çağlardan bu yana bilinçli olarak sağlık alanında kullanılmış...


S.Vedat Karaarslan / www.arkeotekno.com


Kiren / Yeşil Seramik Kupa


19 Haziran 2014 Perşembe

SERAMİK İÇİN NE DEMİŞLER?













Hermes Trismegistus der ki:

"Haydi dinleyin çamurdan insanlar! Bir an düşün,nasıl oluştuğunu ana rahminde. Aklına getir o usta işçiliği ve ara o sanatçıyı, böyle güzel bir görüntüye şekil veren. Kim çizdi göz yuvalarını? Kim açtı burun deliklerini, kulaklarını ve ağzını? Kim uzattı sinirlerini ve sıkıca bağladı? Kim yaptı kemiklerini ve etini deriyle örttü? Kim ayırdı parmaklarını ve düzleştirdi tabanlarını? Kim hazırladı kalbini ve boşluklar bıraktı ciğerlerinde? Kim görünür kıldı güzelliğini ve sakladı bağırsaklarını içeride? Kaç çeşit beceri kullanıldı ve kaç tane sanat eseri yaratıldı oluşturmak için bir insanı? ..."







Nikos Kazancakis der ki:


"Tanrı bir çömlek ustasıdır ve biz insanlar onun kiliyiz. Onun tornası sürekli döner ve bizleri istediği gibi şekillendirir. Kimimizi testi, kimimizi çömlek, kimimizi saksı, kimimizi lamba şeklinde yaratır. Bazılarımız su, bazılarımız şarap, bazılarımız süt veya bal, bazılarımızsa ışık taşırlar. Kırılırsak O buna aldırmaz ve geri dönüp bize bakmadan yeni kaplar yapmaya devam eder."













Çömlekçi tanrısı Daemones der ki:


Şarkım için bana para verecekseniz, ey çömlekçiler!

Öyleyse gel Athena ve elini fırının üstünde tut.

Kotyloi ve bütün kanastralar hoş bir siyaha çalsın.

Çok iyi pişsinler ve istenen parayı getirsin.

Pek çoğu pazarlarda ve bir o kadarı da yollarda satsın.

Onlar iyi para etsin ve şarkım kulağa hoş gelsin.

Ama siz (çömlekçiler ) utanmaz ve üçkağıtçıya dönüşürseniz

İşte o zaman fırınların kötü güçlerini bir araya getiririm.

Hem Syntrips’i (Vurucu) ve Samaragas’ı (Ezici),

Üstelik Asbetos’u (Doyumsuz) ve Sabaktes’i (Tuz buz edici)

Ve bu zanaat için çok sorun çıkaran,

Dolu fırının tünel ve odalarında öfkeyle yürüyen Omodamos’u (Pişmemişin kaşifi).

Çömlekçiler feryat figan ederken

Bütün fırın karmakarışık olsun.

Bir atın geviş getirmesi gibi fırın da bütün çömlekleri çiğnesin

Ve içindeki bütün çömlekleri tuz buz etsin.

Sen de gel güneşin kızı, pek çok büyünün Circe’si,

Acımasız büyüler yap,

Onlara ve onların el emeği işlerine kötülük yap.

Cherion’un onca Centaur’larına öncülük etmesine izin ver.

Ki bunların her ikisi de Herakles’in elinden kurtulup kaybolmuşlardı.

(Gelsinler ) çömleklere sertçe vursunlar, fırın çöksün.

Bunu gören çömlekçiler ağlasın.

Ama ben onların bahtsız zanaatlarının görüntüsüyle coşacağım.


Ve kim ki fırın gözetleme deliğinden bakmak için eğilirse

Tüm yüzü kavrulsun.

Ve böylece herkes adaletli davranmayı öğrensin.


Çeviri: Çeşminaz Bowen









Hayyam der ki:


Şu senin benim dediğimiz toprak neyimizdir

Birkaç günlük cennetimiz cehennemizdir

Bugün su içtiğin şu testi toprak olunca

Mezarına atılır belki bir gün, kim bilir.


Bir testici gördüm, çamur içindeydi:

Ayağı çarkında, elinde bir testi;

Testinin başında bir yoksulun ayağı

Kulpunda bir padişahın kellesi.


Şu testi de benim gibi biriydi;


O da bir güzele vurgun, dertliydi.

Kim bilir, belki boynundaki kulp da

Bir sevgilinin bembeyaz eliydi.


Hadi gel de testiye bak sen, aşıktı o da ben gibi


Bir güzelin saçına bağ bağ da kimbilir belki

Ya şu boynundaki bak nasıl dolanmış boynuna kulp

Bir çağda istekle o yar gerdanına sarılan eldi.


Bir testi aldım çarşıdan ucuza;


Gizli gizli neler anlattı bana;

Bir şahdım, dedi; altın kupam vardı;

Şimdi neyim? Testi oldum şaraba.


Kaderin elinde boynum kıldan ince:


Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince,

Yine de toprağımdan testi yapın siz:

Dirilirim içine şarap dökünce.Kalk gel! Hatırımız için gel.

Dileğimizce bir zorumuzu hallet.

Bir testi şarap getir. Ki, vücudumuzun toprağından

Testi yapılmadan önce Kana kana testiden içelim.






http://mfkaragul.blogspot.com.tr  sayfasından alınmıştır.




SERAMİK SANATÇISI NE YAPAR?


SERAMİK SANATÇISI - Mesleği ve Özellikleri







 

Seramik Sanatçısı; 

Sanat adına seramik malzemelerle üretim yapabilen ve ürettiği eserleri sergileyip, sanatseverlerin beğenisine sunan kişidir. 









 

GÖREVLERİ:




  •  Ortaya koyacağı (üreteceği) ürünün tasarımını ve desenlemesini (çizimini) yapar,

  •  Ürünleri biçimlendireceği model ve kalıpları hazırlar,

  •  Seramik çamurunu hazırlar, sıvı ve plastikliğine göre akışkanlığını ve yoğunluğunu ayarlar,

  •  Mekan ve fiziki şartlar yeterli değilse seramik çamurunu hazır alır,

  •  Eğer kalıplı çalışıyorsa, sıvı çamurun kalıba döküm ve kalıptan alma işlerini yapar,

  •  Plastik çamurla çalışıyorsa, tasarıma bağlı olarak şekillendirme işlemi yapar, gerekli görürse tasarımı yeniden yapar,

  •  Seramik çamurunun pişme, küçülme ve kuruma–küçülme deneyini yapar,

  •  Kullanacağı sırların (şeffaf-transparent, örtücü-opak, artistik vb.) deneylerini yapar, (düz plaka ve eğik yüzey üzerinde görünüm, akışkanlık, ısı reaksiyon vb.)

  •  Şekillendirilmesi yapılmış form üzerinde gerekli gördüğü; kazıma, kesme, perdahlama işlemlerini yapar, desen uygulamasını gerçekleştirir.

  •  Ürünün sırlı pişirimini yapar,

  • Gerek görürse dekorlama işlemini ve dekor pişirimini yapar,

  •  Ürettiği ürünleri sergiler sergi satışı gerçekleştirir.








 

KULLANILAN ALET VE MALZEMELER:




  • Seramik çamuru (Döküm çamurları ve plastik çamurlar),

  • Model kalemleri, (Ahşap-Metal-Plastik)

  • Kalıp yapımı için alçı, gomalak, arap sabunu

  • Sünger, çeşitli boy testereler, zımparalar, değişik ebatlarda kazıyıcı aletler,

  • Kalıp tahtaları ve alçı plakalar, seramik boyaları, (Sır altı, sır üstü)

  • Oksitler, seramik fırçaları, elek baskı, sır, fırınlar,

  • Karıştırıcı (Mikser), Alçı tornası, Çamur tornası,

  • Kurutma kabini,

  • Sırlama kabini, deneme fırını (Renklendiricileri görmek için),

  • Sır değirmeni, elekler,

  • Kompresör, serigrafi baskı düzeni,

  • Deneme ve mamül fırını,

  • Dip alma ve kazıma kalemleri-aletleri,

  • Çekme teli ve misina,

  • Yumuşak sistre, Kalın sistre, Çeki tahtaları,

  • Alçı masa, Mermer masa, Vakum pres, Filter pres (Çamuru filtre ederek plastik hale getirmek için)







Elektrikli Seramik Fırını












Odunlu Pişirim








 



MESLEĞİN GEREKTİRDİĞİ ÖZELLİKLER:

 

Seramik sanatçısı olmak isteyenlerin;




  • Üst düzeyde sanatsal yeteneği olan,

  • El ve gözünü eş güdümle kullanan,

  • Şekil ve uzay ilişkilerini görebilen,

  • Renk algısı yüksek,

  • Estetik görüş sahibi,

  • Bir nesneyi tasarlama ve çizim yeteneğine sahip,

  • Ayrıntılara dikkat eden,

  • El ve parmak becerisi yüksek,

  • Yeteneğini sürekli geliştiren, yaratıcı, sabırlı, eleştiriye açık, hoşgörülü


kimseler olması gerekir.

 





ÇALIŞMA ORTAMI VE KOŞULLARI:

 



Seramik sanatçısı, seramik ürünlerinin yapıldığı, mümkünse; geniş, ferah ve ışıklı atölyelerde çalışır. Çalışma ortamı nemli, alçı ve çamur malzemeleri ile kirlenmiş, sıcak ve kokulu olabilir. Bireysel ve ortaklaşa çalışmalar yapabilir. Tasarımını yaptığı işleri farklı mekan ve atölyelerde hazır malzemelerle şekillendirip, astarlayıp, boyayıp, desenleyip sırlayabilir. Pişirme işlerini başka atölyelerde gerçekleştirebilir. Meslektaşları, sanatseverler, müşteriler, müze ve galeri yetkilileri ve ilgili kişilerle iletişim içindedirler.







ÇALIŞMA ALANLARI VE İŞ BULMA OLANAKLARI:

 



  • Seramik bölümünde öğrenim görmüş kişiler, serbest sanatçı olarak çalışabilirler.

  • Kültür Bakanlığının ilgili birimlerinde veya kamu ve özel sektör kuruluşlarında Sanat Danışmanı olarak çalışabilirler.

  • Güzel Sanatlar Fakültesinin ilgili bölümlerinde Öğretim Görevlisi olarak çalışabilirler.

  • Seramik Sanayii ile ilgili fabrika ve atölyelerde çalışabilirler.








SERAMİK BÖLÜMÜ OLAN ÜNİVERSİTELER:

 



Mesleğin eğitimi aşağıdaki üniversitelere bağlı Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümünde verilmektedir.




  • Afyon Kocatepe Üniversitesi

  • Akdeniz Üniversitesi (Antalya)

  • Anadolu Üniversitesi (Eskişehir)

  • Bilkent Üniversitesi (Ankara)

  • Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

  • Çukurova Üniversitesi (Adana)

  • Dokuz Eylül Üniversitesi (İzmir)

  • Dumlupınar Üniversitesi (Kütahya)

  • Erciyes Üniversitesi (Kayseri)

  • Kocaeli Üniversitesi

  • Sakarya Üniversitesi

  • Selçuk Üniversitesi (Konya)

  • Süleyman Demirel Üniversitesi (Isparta)

  • Marmara Üniversitesi (İstanbul)

  • Mersin Üniversitesi

  • Mimar Sinan Üniversitesi ( İstanbul )

  • İstanbul Üniversitesi



Her yeni eğitim-öğretim yılında  bu listeye yeni üniversiteler katılabilir.












MESLEK EĞİTİMİNE GİRİŞ KOŞULLARI:

 




  • Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yapılan lise son sınıf öğrencilerinin ve mezunlarının katıldığı öğrenci seçme sınavı (ÖSS) den gerekli baraj puanı alması ve üniversitelerin ilgili bölümlerince yapılacak olan özel yetenek sınavında başarılı olması gerekir.





  • Meslek Yüksek Okullarının Endüstriyel Seramik, Cam, Cam – Seramik, Seramik, Teknik Seramik önlisans bölümlerinden mezun olanlar ÖSYM tarafından yapılan Dikey Geçiş Sınavını kazandıkları takdirde Seramik Lisans Programına dikey geçiş yapabilirler.








EĞİTİMİN SÜRESİ VE İÇERİĞİ:



Seramik Bölümünde 8 yarıyıllık dönemlerden oluşan 4 yıl süreli eğitim verilmektedir:





1.Dönem:



Genel Sanat Tarihi-I, Sanat Kavramlarına Giriş-I, Temel Sanat Eğitimi-I, Desen-I, Temel Kimya-I, Seramiğe Giriş-I, Teknik Resim ve Perspektif-I, Türk Dili-I, Yabancı Dil-I, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I





2. Dönem:



Genel Sanat Tarihi-II, Sanat Kavramlarına Giriş-II, Temel Sanat Eğitimi-II, Desen-II, Temel Kimya-II, Seramiğe Giriş-II, Teknik Resim ve Perspektif-II, Türk Dili-II, Yabancı Dil-II, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II





3. Dönem:



Genel Sanat Tarihi-III, Estetik-I, Seramik Teknolojisi ve Uygulamaları-I, Alçı Atölyesi-I, Desen-III, Seramik Tasarım Atölyesi-I, Uygarlık Tarihi-I, Yabancı Dilde Okuma ve Konuşma





4. Dönem:



Genel Sanat Tarihi-IV, Estetik-II, Seramik Teknolojisi ve Uygulamaları-II, Alçı Atölyesi-II, Desen-IV, Seramik Tasarım Atölyesi-II, Uygarlık Tarihi-II, Mesleki Yabancı Dil-I





5. Dönem:



Çağdaş Sanat ve Yorumu-I, Seramik Teknolojisi ve Uygulamaları-III, Yapı ve Endüstri Seramiği-I, Yapı ve Sanat Seramiği-I, Dekor ve Montaj Tekniği-I, Sanat Toplum Bilimi-I, Bilgisayar-I, Mesleki Yabancı Dil-II





6. Dönem:



Çağdaş Sanat ve Yorumu-II, Seramik Teknolojisi ve Uygulamaları-IV, Yapı ve Endüstri Seramiği-II, Yapı ve Sanat Seramiği-II, Dekor ve Montaj Tekniği-II, Sanat Toplum Bilimi-II, Bilgisayar-II, İş Hayatı için Yabancı Dil





7. Dönem:



Günümüz Dünya Sanatı-I, Ergonometri, Ser. Restorasyon ve Konservasy. Seçmeli Ders-Proje I, Sanat Felsefesi-I, Bilgisayar-III





8. Dönem:



Günümüz Dünya Sanatı-II, Seramik Tarihi, Seminer, Seçmeli Ders-Proje II, Sanat Felsefesi-II, Bilgisayar-IV



 



MESLEKTE  İLERLEME:



Dört yıllık lisans eğitiminden sonra kendi alanlarında master ve doktora eğitimi alarak kariyerlerini yükseltebilirler, yüksek öğretim kurumlarında öğretim üyesi olabilirler.



 



BURS, KREDİ VE ÜCRET DURUMU





Eğitim Süresince:





  • Yüksek Öğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünün sağladığı yüksek öğrenim ve harç kredisinden yararlanabilirler.

  • Çeşitli kurum ve kuruluşlarının sağlamış olduğu burs imkanlarından yararlanabilirler.








Eğitim Sonrası:

 




  • Seramik sanatçılarının kazanç durumları çalıştıkları işyerlerinin büyüklüğü ve meslek mensuplarının tanınmışlığı, tecrübesi, eserlerine olan ilginin olup olmamasına göre değişiklik arz eder.

  • Yapılan araştırmalarda meslek mensuplarının kazanç durumları asgari ücret ile asgari ücretin 3 katı oranında değişiklik gösterdiği gözlemlenmiştir.

  • Meslek mensupları özgün çalışmalar yapması ve ürettiği ürünün sanat severler tarafından tutulması halinde çok yüksek oranlarda kazanç elde edebilirler.


 





AYRINTILI BİLGİ İÇİN BAŞVURULABİLECEK YERLER:

 



İlgili eğitim kurumları,



Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü Ankara Meslek Danışma Merkezi,



Bünyesinde Meslek Danışma Merkezi bulunan Türkiye İş Kurumu İl ve Şube Müdürlükleri.


SERAMİĞİN TARİHÇESİ

 



 



Seramiğin Tarihçesi

Seramik ateşin bulunup kullanılmasından sonraki tarihlerde yapılmaya başlanmıştır.

İlk seramiğin M.Ö. onuncu ve dokuzuncu binlerde üretildiği saptanmıştır. En eski ve önemli bulgulara Türkistanın Aşkava bölgesinde (M.Ö.8000), Filistin’in Jericho bölgesinde (M.Ö.7000), Anadolu’nun çeşitli höyüklerinde (örneğin Hacılar,M.Ö.6000) ve mezopotamya olarak adlandırılan Dicle-Fırat nehirlerinin arasında kalan bölgede rastlanmıştır.

Seramiğin ilk hammaddesi balçık adı ile tanınan çok ince taneli koyuca kıvamlı çamur birikintileri, ilk seramik kaplarsa balçık ile sıvanmış sepetlerdi.

Bu balçık sıvalı sepetlerin ateş ile buluşup sertlik kazanmaları sonucu oluşan seramik kaplar, kullanışlı kap kacakları oluşturdular. Balçığa karıştırılan daha az özlü toprak ve nehir kumları ile çamurun özsüzleştirilmesi ve böylelikle ateşten daha başarılı sonuç alındı.

İlk çamur hazırlama teknikleri yoğurma, çiğneme ve dövmeydi.

Kurutma açık havada doğal olarak yapılmaktaydı.

İlk çamur şekillendirme yöntemi de el ile serbet şekillendirmeydi. Sonra devreye el ile çevrilen torna daha sonrada ayak ile çevrilen tornaya bıraktı. Diğer bir şekillendirme yöntemi de kutu formundaki tuğla kalıplarıydı.

Pişirme başlangıçta açık ateşte açıkta yapılmaktaydı. Açık ateşin fırınlara aktarılması ile büyük aşama kaydedildi. İlk fırınlar odunla ısınmaktaydılar.

Tarihin erken dönemlerinde seramik yapımında kullanılan bu ilkel yöntemler (hazırlama,kurutma,pişirme) doğallıkları nedeni ile günümüze kadar gelmişlerdir.

'SERAMİK' SÖZCÜĞÜ











Seramik türü ürünlere ismini veren tanımlama Yunanca'dan gelmektedir. Şarap
içilmesi gelenekleşmiş törenlerde ve şölenlerde, şarap ve büyük olasılıkla diğer başka
içkiler, bardak yerine geçmekte olan şekillendirilmiş boynuz kaplardan içilmekteydi.

Yunanca'da boynuz sözcüğünün 'karşılığı olan kelime “keramos” olduğundan,
keramoslar yerlerini seramik kaplara bıraktıktan sonra da, seramik kaplar bu adla
anılmaya başlandı.





Böylece seramik üreten çömlekçilere “kerameus”, bu çömlekçilerin eski Atina'da
toplu olarak oturdukları bölgeye de “Keramikos" adı verildi. Çeşitli batı
dillerine az çok değiştirilerek aktarılan bu sözcük, Fransızca'da “Céramique”
İngilizce'de “Ceramic”, Rusça'da "Keramika" olarak yer almaktadır.



 İlk seramik ürünler çömlek olarak adlandırdığımız kap-kaçak türündeydi. Bu
çömlekler büyüklü küçüklü olup, içlerinde yakılan ölülerin küllerinin saklandığı
“urne” olarak adlandırılan küplerden su kaplarına, kulplu çömleklere kadar çeşitli
türleri vardı.

 

Mezopotamya ve İran'da, özellikle Mısır'da, Nil nehri balçığından yapılma
tuğlalar, Babil'de üzerine yazı yazılan kil tabletler, seramik ürünlerin ilginç
örneklerini oluşturmaktadırlar.



 Bugün Berlin'de Bergama Müzesinde  sergilenen, Babil kralı 2. Nebukadnezar devrinde (MÖ 575) tören caddesi olarak kullanılan yolun ünlü İştar kapısı, kobalt mavisi tuğlaları ve kahverengi röliyefli hayvan figürü oluşturan tuğlaları ile eşsiz bir örnek görünümündedir.

Yunan ve Roma türü seramiklerde en çok rastlanan form vazo formları olup, “terra
sigilata” tekniğinin tek temsilcisidirler.

İslam sanatının güzel örnekleri olan sırlı seramikler, İran ve Türkistan'dan
Selçuklu'lar ile Anadolu'ya girmiştir.

 Osmanlılarda devam eden çini sanatı, 16. yüzyılda İznik'teki çok sayıda kurulmuş
olan atölyeleri ile, Bursa ve İstanbul'un en ünlü Osmanlı yapılarını süsledi. Günümüzde   seramikçilik ve  çinicilik sanatı, bir tek atölye bile kalmamış olan İznik'ten (Turistik olanlar hariç)  Kütahya'ya geçmiş durumda.

İznik ile Kütahya seramikçiliğinin arasındaki devirlerde (l8.yy ortaları), batı
Anadolu'da ortaya çıkan önemli bir seramikçilik merkezi de Çanakkale'de oluştu.



 İslam ülkelerinde gelişen seramikçilik, Arapların İspanya üzerinden Avrupa'ya
çıkmaları ile daha 9.yy da başta İspanya ve İtalya olmak üzere diğer Avrupa
ülkelerine yayıldı.

Ortaçağda İtalya'nın Faenza kentinde üretilen seramiklere, günümüzde de kullanılan Fayans adı verildi. Fayansın geleneksel yapısını kırığı renkli seramikler oluşturmaktaydı. Giderek kırığı beyaz, akçini benzeri ürünlere de bu ad verildi.

Bir Akdeniz adası olan Majorka adasında üretilen seramikler ise “mayolika” adı ile anıldılar.



Mayolikanın  genel tanımlaması kırığı beyaz olmayan, beyaz örtücü sırla sırlanmış ve renkli sırüstü tekniği ile dekorlanmış seramik ürünler şeklindeydi.

Almanya”da, Johann Friedrich Böttger'in 1709 yılında porseleni yapmasına dek,
gözenekli (akçini) ve gözeneksiz (pekişmiş çini) çamurlar endüstriyel üretimlerde
kullanıldılar. 1710 yılında Meissen'de ilk porselen manifakturu kuruldu. Bunu çeşitli
Avrupa şehir ve ülkelerinde kurulan porselen fabrikaları izledi.



 Porselen sözcüğü de  keramos gibi ayrı bir malzemeden gelmektedir. Porselen,
Lâtince'de bir tür kabuklu deniz hayvanının (istiridye) kabuğunun “porsella” olan adıdır.

Porselenin, ana vatanı olarak bilinen Çin'de,  MÖ 185 yılında bulunduğu sanılmaktadır. Son bulgular ile, porselen olarak adlandırılabilecek ürünlerin Çin'de MÖ 1122-770 yılları arasında üretildiği saptanmıştır. En kaliteli ürünler 15.-l7.yy arasında yapılmış, sonra gerileme devri başlamıştır.



 Türkiye'de ilk porselen yapımı girişimleri, Osmanlı devrinde l8.yy sonlarında,
İstanbul'da Haliç yöresinde, özellikle Galata ve Balat'taki küçük atölyelerde başladı.Kurulan ilk porselen fabrikası da, Fransız'ların öneri ve yardımlarıyla kurulan Yıldız Porselen ve Çini fabrikasıdır.

Türkiye'de Cumhuriyet devrinde, gerçek bir seramik endüstrisinin kuruluşu 1960
yılı ve birkaç yıl öncelerine rastlar. Eczacıbaşının girişimi ile ilk kez sağlık gereçleri
endüstrisi ve Bodur'un girişimi ile de duvar ve yer karoları endüstrilerinin
başlangıçları yapıldı.

 




Kaynak: Seramik Teknolojisi - Prof.Dr.Ateş ARCASOY


 

SERAMİK NEDİR?







Seramik; dört ana element olan Ateş, Hava, Su ve Toprağı, en etkin ve en yalın şekilde kullanarak ortaya eserler çıkaran Sanat ve Mühendislik alanıdır. Toprak ve Sudan oluşan çamurun şekillendirilerek Doğal kuruması, ortalama olarak 900/1400c arasında pişirilerek ortaya çıkarılması sonucu, solmadan ve bozulmadan yüzyıllar boyunca dayanabilen eserlerdir seramik.

Ufuk ÖZÇİZME










‘’ Seramik altının Toprak, üstünün Cam olduğunu duyumsatandır!..   İnsanın yeryüzüyle, Gökyüzü arasında yaşadığını anımsatan bir duygudur bu.



Dünyamızın dönmesi örneği, çoğu kez dönen bir çark üzerinde biçime ulaşır seramik.



O nedenle de bu yaratıcı kaynağı kullanmak, çarkı döndürmek gerek diyorum... ‘’



Prof. Dr GÜNGÖR GÜNER










 



Seramik,  geleneksel bir anlatım dili ile şu şekilde tanımlanır. Organik olmayan malzemelerin oluşturduğu bileşimlerin , çeşitli yöntemler ile şekil verildikten sonra, sırlanarak veya sırlanmayarak sertleşip dayanıklılık kazanmasına varacak kadar pişirilmesi bilim ve teknolojisidir.



Günümüzde seramik tanımlaması şöyle de yapılabilmektedir:  Metal ve alaşımları dışında kalan, inorganik sayılan tüm mühendislik malzemeleri ve bunları  ürünlerinden olan her şey seramiktir.



Bu tür tanımlamanın yanısıra seramik , aynı zamanda bir sanat dalıdır.



Prof. Dr Ateş ARCASOY