14 Ağustos 2021 Cumartesi

Kafatası Kültü

Kafatası / Bohem Fincanlar

Hayatın kaynağı olan beynin, kafatasında yer alması, dolayısıyla kafatasının hayatın koruyucusu gibi bir görevinin olması ilkel insanın zihninde, olağanüstü bir duruma yükselmiştir. Bu durum, kafataslarının, ruhların merkezi olarak algılanmasına yol açmıştır. İlk zamanlar insan kafatası ile başlayan kült, zamanla hayvanların evcilleştirilmesi ya da kullanılmaya başlanması ile köpek, sığır, koyun ve son olarak at kafatası ile devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir.

Bu kültün dünyanın çeşitli toplumlarında olduğu bilinmektedir. Çanak çömlek öncesi Neolitik dönemde Anadolu’da Çayönü, Çatalhöyük, Köşk Höyük ve Harran kültürlerinde; Ürdün’de Erîha ve Ayn Gazal kültürlerinde, kafatası kültüne rastlanmıştır. Özellikle Niğde’de yer alan Köşk Höyük’de, arkeologlarca “kafatası binası” olarak adlandırılan bir binada 70 civarında kafatasının bulunması, oldukça önemli bir olaydır[21]. Tibet Budizmi olan Lama tapınaklarında da bir kafatası kültü vardır. Bu tapınaklarda kafataslarının, bakır ya da gümüşle kaplanmış olması dikkat çekmektedir. Ayrıca eski Harran kültüründe de kafatası tapınmasına rastlanmıştır[22]. Bunun dışında Hindoloji uzmanlarından Prof. Dr. Walter Ruben, “Hind’de Köy ve Şehir” adlı makalesinde Hindistan’daki bazı ilkel kabilelerin kafatası kültüne sahip olduklarını, bazılarının da kafatası avcılığına önem verdiklerini belirtmektedir[23]. Ayrıca İtalya’da Monte Circeo’da bir kafatası meydanı ortaya çıkarılmıştır[24].


Görüldüğü gibi dünyanın birçok bölgesinde bu kült, etkili olmuştur. Özellikle neolitik dönemden itibâren birçok uygarlığın, bu kültü benimsemiş olduğu görülmektedir. Dünya da birçok uygarlığın benimsemiş olduğu kafatası kültüne karşı, acaba Türkler nasıl yaklaşmış olabilir?


Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, günümüzde çok azalsa da, kafatası kültü, Türklerin arasında hâlâ yaşayan bir külttür. Anadolu ve diğer Türk coğrafyasındaki birçok inanış ve gelenek, bunu açıkça göstermektedir. Türklerdeki Tengrici inanışın bir göstergesi olarak ortaya çıkan kafatası kültü, gerek kötülüklerden korunma, gerekse düşmanının gücüne sahip olma ve gerekse de düşmanının ruhunu ele geçirme gibi nedenlerden dolayı yaşanmıştır.


Tarihî kaynaklar, bizlere Türklerde öldürülen düşman liderinin kafatası ile içki içildiğini göstermektedir. Hun yabgusu Motun’un (Mao-tuen) MÖ 201–202 yıllarında savaştığı Yutçelerin (Yüe-çi) şefinin kafatasından bir kupa yaptırdığı bilinmektedir[25]. Ebu’l Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türkî adlı ünlü eserinde Kereyitlerin şefi Ong-Han’ı (Toğrıl) öldüren Tayang Han’ın, Ong-Han’ın kafatasını gümüş içine yerleştirdiğini ve daha sonra birtakım olağanüstülüklerin yaşandığını, bunun üzerine Nayman büyüklerinin olayı hayra yormadıklarını anlatmaktadır[26]. Ayrıca Sakaların kadın hükümdarlarından Tomris’in Pers imparatoru Kirus’u öldürmesi ve kafatasından kadeh yapması bilinen olaylardır. Ayrıca Sâfevî şâhı İsmâil’in Özbek Hanı Şaybak Han’ın kafatasından kadeh yaptırıp, bununla şarap içtiği, ardından da Osmanlı Sultânı 2. Bâyezid’e gönderdiği bilinmektedir[27]. Bunların dışında çeşitli Türk boyları ile Sibirya toplulukları ve Tunguz boylarının da ele geçirdikleri kafataslarını korudukları ve taptıkları bilinmektedir. İnsan kafatasının bu şekilde kullanılması bize gösteriyor ki, Türkler için kafa, düşman ya da aile tarafından saklanıp varlığını sürdürür. Ona tapılır ve uzun süre korunur. Ele geçirilen kafatasların uzun süre, hatta yüzyıllarca korunduğu tarihî belgelerde yer almaktadır.


Ancak asıl ilginç nokta ise yakın zamana kadar benzer inanışların sürmesidir. Meselâ Erzurum’da yakın zamana kadar yağmur yağdırmak için mezar dışında ve açıkta bulunan insan kemikleri toplanarak suya atılırdı[28]. İnsanlar, kuraklığın açıkta bulunan kemikler yüzünden olduğuna inanmaktadır. Binboğa dağları çevresinde Müslüman olmayan birinin kafatası bulunarak, yağmur yağdırsın diye suya atılırdı.


Türklerde insan kafatasının yanında hayvan, özellikle at ve sığır kafataslarının da önemli olduğu görülmektedir. Fotoğrafçı arkadaşım Yılmaz Kaya’nın Çanakkale’nin Kızılkeçili köyünde çektiği fotoğraflar, bu durumu açıkça belgelemektedir.


Ayrıca Çuvaş Türklerinde, Tanrı, çiftçiye bol ürün verdi ise şükür amaçlı olarak tarlada, korkuluk üzerine at kafatası asılır. Yine Çuvaşlarda bu sefer, büyü ve kötü ruhlardan korunmak amacıyla tarlaya, bahçeye ya da kapıya at kafatası asılır[29].


Kazak, Kırgız ve Başkurtların, kötü ruhlara ve büyüye karşı tılsım olarak at kafatası kullandıkları bilinmektedir. Başkurtlar, ayrıca arı kovanlarının etrafına da, arı sokmasına karşı at kafatası yerleştirmiş, kazıklar dikmişlerdir. Kuzey Kafkasya bölgesi Türkleri de, tarım ürünlerini korumak için tarlalarına at kafatası yerleştirilmiş kazıklar dikmektedirler.


Anadolu’da da birçok yerde aynı gelenek sürmektedir. Meselâ Samsun’un Alaçam ilçesinin Akbulut köyünde nazara karşı sığır kafatası dikilmektedir[30]. Mersin’in Çapar köyü ile Arslan köyünde de, bir hoca (büyücü) at kafatasına dualar yazar ve kafatasını dereye bırakır ya da herhangi bir suya koyar. Yağmur yağdırma amaçlı olan bu eylemin yağmurun başlamasından sonra bitirilmesi gerekir. Aksi halde köylülere göre yağmur kesilmez ve sel meydana gelir[31]. Sivas’ta fazla mahsul veren bir tarlayı nazardan korumak için at kafatası gömülür[32]. Kars’ın Selim ilçesi Darboğaz köyünde de evlere nazar değmesin diye kapıya at nalı çakılır. Evin girişine koç, köpek veya at kafatası asılır[33]. Ayrıca Mersin, Hatay ve Diyarbakır’da mahsulleri nazardan korumak için bağ-bahçe ya da tarlanın içine bir sırık üzerinde at, eşek, koyun, inek, köpek gibi hayvanlardan birinin kafatası dikilir. Elazığ’da ekinler için bir hayvan kafatası ya da bunun yerine insan kılığındaki bir korkuluğun kullanıldığı görülür. Osmâniye’de ise tarlanın içinde kafatasıyla beraber bir de dikenli çalı asılır[34].


Ayrıca yağmur yağdırmak için Erzurum’da köpek kafasına dua yazılır ve suya atılır. Denizli’nin Acıpayam ilçesinde çayırdaki değirmen suyunun çıktığı yere at kafatası gömülür. Erzurum’un Pasinler ilçesinde at kafatasına dua yazılıp suya atılır. Isparta’nın Uluborlu ilçesinde bir at kafatası bulunur. Güzelce yıkanır. Alın kemiği üzerine bir âyet yazılır. Bu kafatasını, saflığı ile tanınmış bir şahıs, ayak değmemiş bir akarsuya atar. Ankara’da at kafatasına, yağmur duasından sonra, dua yazılır. Kastamonu da ise at yerine koyun kafatası suya atılır[35].


Kafatası kültü, doğrudan yer-sublarla ilgilidir. Birçok noktada onların ongunu bile olabilmektedirler. Tengrici Türkler, yer-sub olarak adlandırdıkları ruhların, her yerde olduğuna inanırlardı. Her dağın, suyun, ovanın, derenin, otun, çayırın, hayvanın, taşın, çadırın ruhu vardı. Yer-sublar, yerin ve suların ruhlarıydılar. Bu yüzden de, nereden geçerse geçsin, insanoğlu, dikkatli olmak zorundaydı. Meselâ yüksek bir dağın yakınından geçen bir Türk atlısı, atından iner ve iki dizini yere vurarak, dağa doğru dua ederdi. Bu dua, hem dağın ruhuna, hem dağdaki taşların, ağaçların, hayvanların ve suların ruhlarına, hem de dağın tepesinde bulunan ataların ruhlarına yapılmış olurdu.


Yer-subların bazıları iyi, bazıları da kötü karakterliydi. Bunların içinde Albız, kötülüğün temsilcisiydi. Yer altı tanrısı ve Tengri’nin oğlu olan Erlik Han’a hizmet ederdi. Birçok kaynakta, şeytan olarak gösterilmiştir. Özellikle loğusa dönemindeki kadınlara, çocuklara ve atlara musallat olduğuna inanılırdı. Bunun kötülüklerini engellemek için kurbanlar kesilir, loğusa şerbeti dağıtılır, bazı yerlerde de kadının başına süpürge konurdu. Albız inancı, albastı, alkarısı gibi isimlerle hâlâ yaşamaktadır. Ayrıca Tengrici dönemin iyi ruhlarından olan ve Ay’ı yöneten Ay Dede’de hâlâ yaşamakta olan bir inançtır. Ben çocukluğumda Ay için Ay Dede denildiğini çok iyi hatırlarım.


Her ne kadar inanç sistemi değişmiş olsa da, özellikle ruhlarla ilgili düşüncelerde fazla bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. Bunda İslâmiyet’in ruhlar konusuna fazla girmemesi de şüphesiz etkili olmuştur. Bu da insanların, ruh inançlarını ve birçok hastalığın, sıkıntının kaynağını, ruhlara (ya da cinlere) bağlamaya devam etmelerine neden olmuştur.

Kutlu Altay KOCAOVA /  www.altayli.net

Kiren Meyvesi ve Ağacı

Kiren / Turkuaz Seramik Kupa

Bazı yörelerde 'kiren' veya ' zoğal' olarak da adlandırılan kızılcık meyvesinin insan kanındaki melatonin artırıcı etkisi, meyvenin olgunlaşmak için sindire sindire uzun yıllara yayarak güneşten almış olduğu akıl ışığını insan vücuduna ritm düzenleyici olarak aktarmasından kaynaklanır. 

Kızılcık ağacının geç büyümesi bizim halk folklorumuzda 'kızılcıklar oldu mu? selelere doldu mu?....' diye başlayan türkümüze de konu olmuştur. Sümer dilinde 'i-li-a-nu-um' olarak bilinen kızılcık, antik dünyada görme özürlü ünlüThebaili kahin Teiresias kendisine verilen kızılcık ağacından yapılmış baston ile her yeri görüyor olarak yönleri tayin eder ve savaşırdı... 


Karanlığın güçlü antioksidan gücü olarak bilinen melatonin, uzun yıllar her bir zerresine güneş ışığı nüfuz ederek çok geç büyümesi ile ünlü kızılcık (Cornaceae, cornus mas) meyvesinde çok yüksek oranda bulunur...

Köpekbalığı meyvesinden dolayı eskiden sopası tehdit unsuru olarak da kullanılan ağacın dalı esnek olduğu için İngilizce 'dogtree' ye (1550) daha sonra ise esnek olmasına rağmen ağacından toprağı delebilen hançer gibi silahlar yapıldığı için 'dag-berry' (1630) ye dönüşmüş...


M.Ö. 333 de İskender Frigya'nın başkenti Gordion'a geldiğinde Frig efsanesine göre, çözüldüğünde dünyaya hakim olunacağı yazıldığı düğüm bir kızılcık ağacının dalından yapılmıştı...Bazı bölgelerimizde kızılcık meyvesinden soğuk algınlığına birebir gelen ekşili tarhana 'şifa çorbası' olarak adlandırılır...



Antik çağlarda da ünlü olan portakaldan daha fazla C vitaminine sahip virüs düşmanı kızılcık meyvesinden de alınabilen melatonin kan yoluyla epifiz bezitarafından üretilmesi ile tetiklenen SCG (Superior Cervical Ganglion) nin omurgayı da etkileyerek PVN (Paraventricular Nucleus) üzerinden SCN(The Suprachiasmatic Nucleus) yi etkileyerek gözde biyolojik saat ayarlaması yapar.


Yukarıdaki beyin şeklinde kırmızı kesikli çizgi ile belirtilen yol göz bezlerinin nöron yoludur.(eye-pineal neural pathway) Uyku, gün ışığına maruz kalan insanın gün ışığının fazla alınmasından dolayı bozulan dengenin omurgalıların beyninde bulunan epifiz (pineal bezi) bezi tarafından salgılanan melatonin ile yeniden tesis edilmesi olarak tanımlanır... 


Günün değişik saatlerinde değişik davranış modlarına girilmesi (sosyal ilişkiler, uykusuzluk, sinir..vs) olarak bilinen sirkadyen ritim bozuklukları ve uyku modu canlılarda antioksidan bir madde olan melatonin ile insan beyninde üçüncü bir göz olarak bilinen bu epifiz bezi tarafından salgılanır, Beyindeki SCN (The Suprachiasmatic Nucleus) bölgesindeki aktif nöronlar, insandaki sirkadyen ritmi belirleyen salgılama yapar. Bundan dolayı uyuruz vesirkadyen zamanı dediğimiz vücudun çevreye karşı verdiği tepkiler zamana karşı değişiklik gösterir....


Tam 2 hafta önce 16 mart 2017 tarihinde Kaliforniya Üniversitesi'nden bir grup bilim insanı insan vücudunda sirkadyen zamanı ayarlayan mavi-yeşil alg olarak da tanımlanan 'cyanobacteria' [1] moleküllerininin birbirleri ile nasıl bir etkileşim içinde olduklarını açıkladılar... Bu moleküllerin sadece 3 proteinden oluştuğunu açıklayan bu bilim insanları nükleer manyetik rezonans (NMR) spektroskopisi ile molekülleri anlık görüntü ile görüntülemeyi başardılar...Dünyanın dönüşü ile de senkronize bir şekilde çalıştığı ileriye sürülen ve vücudumuzda genetik, epigenetik ve metabolik aktiviteleri de takip ederek gece uyumamızı sabah ise uyanmamızı sağlayan bu moleküllerin bir İsviçre saatinin her bir parçasının çalışması ile oluşturduğu mekaniksel fonksiyon ahengi gibi vücudun anatomik bütünselliği içinde değerlendirilmesi öngörülmekte...


Dünyanın dönüşü ile sirkadyen moleküllerinin senkronizasyonu ise güneş ya da atmosferik olaylar sonucunda oluşan elektriksel gücün oluşturduğu enerjinin 7.8, 14.3, 20.8, 27.3 ve 33.8 Hz olarak ortaya çıkan Schumann Frekans Harmonikleri insan anatomisi üzerinde özellikle de sirkadyen zamanı üzerindeki etkisinden kaynaklanır.. İnsanın uyumasına neden olan bu frekansların ilk harmoniği olan 7, 8 Hertz değerinin derin bilinçaltı aktivitesinin başlayarak uyku ile uyanıklık arasındaki durumu belirleyen (mahmurlaşma ya da gevşeme denilebilir)teta frekansı olarak ışık hızının dünyanın çevresine bölünmesi ile elde edilen frekans sınırında olduğu da gayet açıktır.... (ışık hızı 300.000 km/sn /40.000 km = 7.5 Hertz)


Sirkadyen biyologları olarak adlandırılan bilim insanları, KaiA, KaiB and KaiC olarak tanımladıkları söz konusu 3 proteinin günün farklı saatlerindeki etkisini ve gece davranışlarını öğrenmek için deneylere devam ediyorlar...


Kültepe Höyüğü' nde (Kayseri) bulunan 4000 yıllık bir buluntuda [2] Asurlu bir tüccarın beyin zarına başarılı bir cerrahi müdahale yapıldığı ve m.ö 10.000 lere kadar uzanan bir tür kafadan kemik alarak ameliyat yöntemi olan trepanasyon, insan beynine ilk cerrahi müdahale olarak tespit edilmiş. Beyin zarını yaban mersini ve üzüm gibi meyveler ile koruyan bir antioksidan meyve olarak insan beyninde sirkadyen ritim kaynağı melatonin ile dolu olan kızılcık ise, diğer vitaminler [3] gibi beyin dostu olarak Anadolulu [4] doktor botanik ilminin ilk kitabını yazan farmakolog Romalı Pedanius Dioscorides (m.s. 40-90) tarafından belirtilmiş ve antik çağlardan bu yana bilinçli olarak sağlık alanında kullanılmış...


S.Vedat Karaarslan / www.arkeotekno.com


Kiren / Yeşil Seramik Kupa


13 Ağustos 2021 Cuma

Bathonea Antik Liman Yerleşkesi

Bathonea / Antik Kupalar - 300ml

Bulunduğum adres olan İstanbul Menekşe semti tam da Küçükçekmece gölü ve Marmara denizinin birleştiği noktada. 

Basınköy sırtlarından evimin penceresinden Marmara denizi ile Küçükçekmece gölünü aynı anda görüyorum. Meğerse evimin karşı  manzarasında koca bir antik kent varmış. 

Tam bir kayıp kent. 

Kazının resmi  sitesinden ve web de ki genel taramalardan oluşturduğum bu derleme de hiçte sıradan olmayan bir Arkeolojik buluntu var. Daha çocukluğum da bile bu bölge İstanbul'un en önemli avlak alanlarından biriydi. Av tüfeklerinin sesi her gün duyulurdu. 

Kısacası 800 bin yıllık av mevsimi son 30 yılda bitmiş! 




800 BİN YILLIK KENT

İnsanların avcılık ve toplayıcılıkla yaşadığı taş devrinden Helenistik -Roma – Bizans ve Osmanlı’ya kadar uzanan dönemlerine ait kalıntılarla dolu bir havza. Bugün Avcılar denmesinin sebebi, 20-30 yıllık bir yakın geçmişe kadar buraların büyük bir avlak alanı olması ve bu alanda sonbaharda özelikle kuzeyden gelen bıldırcın sürüleri ve diğer av hayvanlarının çok olmasındandır.



Çok muhtemeldir ki bugünün göç yolları antik dönemde de aynıydı ve bu bölge antik dönem avcılarının da yoğun ilgi odağıydı.

Geçmişte bizon, geyik, karaca, leopar, ayı, benekli sırtlan gibi pek çok yaban hayvanı ve kuş cinsinin yaşadığı Küçükçekmece Gölü havzasında bol miktarda balık türleri de bulunmaktaydı. 

Bu nedenle bu coğrafya tarih öncesinin avcı ve toplayıcı topluluklarının yaşamı için çok uygun olduğu gibi, taş çağı insan toplulukları için ideal bir yaşam alanı oluşturuyordu. 

Gölün hemen kuzeyinde yer alan 'Yarımburgaz Mağarası' bu yaşamı destekleyen en önemli korunma ve barınma alanı olarak karşımıza çıkıyor.



"İstanbul Avcılar'daki antik yerleşim kenti Bahhonea'da İskandinavyalı Viking savaşçıları da bir dönem yaşadı. 

Bathonea Antik Kenti kazıları sürüyor. Kazı esnasında dünyanın birçok yerinden yüzlerce geminin buraya geldiğini 

ve burada izler bıraktığını biliyoruz. En son burada Vikinglerin de kaldığı keşfedildi. / Turan Hançerli - Avcılar Belediye Başkanı"



BATHONEA isminin Sazlıdere’nin antik çağdaki derin dere anlamına gelen “Bathynias”tan geldiği belirtilmekte.


Bugünün Avcılar semti, eski zaman da Küçükçekmece Gölü, 

Marmara Denizi ve akarsular üzerine kurulmuş çok zengin bir coğrafyada bulunuyordu.

Avcılar´a hayat veren en önemli nokta Küçükçekmece Gölü ve bunun kıyıları.  

Dolayısıyla bu coğrafyanın çok uzun bir geçmişi var, yaklaşık 800 bin yıl kadar!!  

Bu uzun geçmişin kanıtları hemen gölün kuzeyindeki Yarımburgaz Mağarası´nda geçmişte yapılan kazılarda tespit edilebiliyor.



HİTİT İZLERİ


Kazı çalışmalarında bölgeye ait olmayan Orta Anadolu´da yaşayan Hititler ile ilişkili materyaller bulunmuş. 

Avcılar´ın karşısında İmralı Adası ve arkasında Anadolu toprakları bulunmakta. 

İmralı´nın arkası; Hititler´in `Masa´ ve `Asuwa´ adıyla tanımladıkları bölgeymiş.

Hititliler bu bölgeye gelmiş, savaşmış, galip gelince tanrılarına hediyeler sunmuşlar.

Batoneya'ya da geldiklerini düşünülüyor. 

Hatta kazı bölgesinde Kıbrıs kökenli ve Yunanistan´ın güneyinden gelen Mikenler ile ilgili bulgulara da rastlanmış.

Kazı bölgesinde en üstten aşağıya doğru Osmanlı Bizans, Yunan, Roma izlerine ulaşılmış.

En altta deniz tabakasının örttüğü bölgede kumlu deniz tabakasını kaldırınca Hititler, 

Kıbrıslılar ve Miken uygarlığının izlerini gösteren bir yerleşim var.



BATHONEA´DAKİ VİKİNGLER

Küçükçekmece Gölü ağzı ve kıyı şeridinin daha açık olduğunu bu nedenle daha korunaklı olduğu için antik dönemde deniz ticaretinde önemli ölçüde kullanıldı.

Bathonea kazıları sırasında bulunan bazı bulgular Avarlar´ın İstanbul saldırılarının izlerini taşıyormuş. 

Burada  dünyada tek seferde binin üzerinde pişmiş topraktan yapılan ilaç şişeleri ile bunların yapımında kullanılan malzeme ve bitki özlerini bulmuşlar. Kazı başkanı, yaklaşık 100 kişiden oluşan ekibin Bathonea´da ciddi oranda Viking ilişkisi olduğunu ortaya çıkardıklarını söylemiş.





http://bathonea.org/



'' Çok muhtemeldir ki bugünün göç yolları antik dönemde de aynıydı ve bu bölge antik dönem avcılarının da yoğun ilgi odağıydı.

Geçmişte bizon, geyik, karaca, leopar, ayı, benekli sırtlan gibi pek çok yaban hayvanı ve kuş cinsinin yaşadığı Küçükçekmece Gölü havzasında bol miktarda balık türleri de bulunmaktaydı. 

Bu nedenle bu coğrafya tarih öncesinin avcı ve toplayıcı topluluklarının yaşamı için çok uygun olduğu gibi, taş çağı insan toplulukları için ideal bir yaşam alanı oluşturuyordu. ''

Bu paragraf sayesinde daha önce yaptığım kupaların yeni ismini buldum. 

( Kendime pay çıkarmalıydım ) 


Bathonea / Antik Kupalar - 300ml


#istanbul #turkey #turkish #constantinopel #miklagard #roman #byzantium #varangianguard #byzantine #history #vikings #ragnar #ragnarlodbrok #ragnarlothbrok #historyvikings #jormungandr #amber #cross #ouroboros #greek #egyptian #scandinavian #mediterranean #levant #levantine #middleeastern #viking #vikingage #vikingsofinstagram #archaeology #bathonea #antikkent #antikyunankenti #avcılar #arkeoloji #tarihinesahipçık #tarih

Görsel Sanat Dalları Nelerdir?




Görsel sanatlar, güzellik ve zevkle ilgilenen sanatlar için kullanılır. Bu terim ilk defa Fransızcada beaux arts olarak, resim, heykel, baskı gibi görsel sanatları tanımlamak için kullanılmıştır. Günümüzde daha çok, klasik veya akademik sanatla bağlantılı olan geleneksel görsel sanatlar anlamına gelir.





Güzel sanatlar teriminin ortaya çıkışındaki motivasyon, resim, heykel gibi görsel sanat dallarını; tekstil, seramik gibi zanaat ve uygulamalı sanatlardan ayırmaktı. Buradaki "güzel", sanat eserinin niteliğini değil, disiplinin estetikle bağlantısını vurgulamak için kullanılmıştır. Günümüzde icra edilen ve sadece resim, heykel ve baskıyla kısıtlı olmayan modern ve çağdaş sanat eserleri için açıklayıcı ve kapsayıcı olmadığından, buna alternatif olarak görsel sanatlar tabiri kullanılmaktadır. 





GÖRSEL SANATIN DALLARI 





Resim 


Soyut


Natürmort


Figüratif


Nü (Çıplak)


Portre


Slayt


Duvar Boyama


Önemli Ressamlar ve Eserleri








Özgün Baskı 


Gravür


Serigrafi


Taş Baskı


Ağaç Baskı


Özgün Baskı Sanatçıları








Heykel 


Rölyef


Büst


Anıt Heykeller


Sanatçılar ve Eserleri








Seramik ve Cam 








Fotoğrafçılık 


Teknik Bilgiler


Sanatçılar ve Çalışmaları








Grafik 


Karikatür


Illustrasyon


Manga


Animasyon


Çizgi Film


Çizgi Roman


Anime


Amblem/logotype


Grafik, Resim, 3d Yazılımları











Geleneksel Sanatlar / Geleneksel El Sanatları- Zanaatlar 







Süsleme Sanatları 


Ebru


Tezhip


Hat Sanatı


Minyatür


Kalemişi


Bezeme


Mozaik


El Yazmaları








Hammaddesi Metal Olan Geleneksel Sanatlar
 


Demircilik


Bakırcılık


Bıçakçılık


Altın - Gümüş İşleri


Telkari


Savat








Hammaddesi Toprak Olan Geleneksel Sanatlar
 


SERAMİK


ÇİNİ


ÇÖMLEK








Hammaddesi Tahta-Ağaç Olan Geleneksel Sanatlar 


Ağaç - Ahşap İşçiliği


Baston Asa


Müzik Aletleri Yapımı


Semercilik


Kaşıkçılık








Hammaddesi Taş Olan Geleneksel Sanatlar 


Taş İşçiliği (Mimaride kullanılan Taş İşçiliği, Çeşmeler, Mezar Taşları)


Mermer İşçiliği


Süs Taşları İşçiliği


Lüle Taşı İşçiliği


Oltu Taşı İşçiliği








Hammaddesi Cam Olan Geleneksel Sanatlar 








Hammaddesi Hayvansal Olan Geleneksel Sanatlar 








Hammaddesi Hayvansal Lif Olan Geleneksel Sanatlar 


1)Kimyasal Yapılarına Göre:


2)Hayvandan Elde Ediliş Şekillerine Göre:


3)Lif Uzunluğuna Göre:


Yün ve Kıllar








Hammaddesi Hayvansal Deri Olan Geleneksel Sanatlar 


Yemenicilik


Çarık


Cilt İşleri


Kat'ı


Gölge Oyunu Tipleri


Tarım, Mutfak Araçları Yapımı


Kemik , Boynuzdan Yapılan El Sanatları


Aksesuar İşleri








Hammaddesi Bitkisel Lif Olan Geleneksel Sanatlar 


Hasır Dokuma


Sepet Örücülüğü


Nazarlık








İşlemeler 





Örgüler 


Yöresel örgüler


Oyalar


Çoraplar








Dokumalar
 





1)Mekik Dokumalar:
Kumaş Dokuma, Siirt Battaniyesi, Kolan, çarpana dokuma 


2)Kirkitli Dokumalar:


A)Kirkitli Düz Dokumalar:
Kilim, Cicim, Zili (sili), Sumak





B)Kirkitli Havlı dokumalar:
Halı 





3)Mekiksiz Dokumalar alaz, Kolan, çarpana (kartlı, kartsız dokumalar)


4)Dokusuz Dokular (Keçe)








Sıkıştırma İşleri (Keçe) 


-Tepme Keçelerin Tarihi Gelişimi, Renk, Desen, Teknik ve Kullanım Özellikleri





Geleneksel Sanatlarda Renk, Desen, Boyamacılık 





Türk El Sanatları Tanıtma Derneği 

















Ayrıca; 





Temel Tasarım 


Sanatın Elemanları : Çizgi, Renk, Biçim, Form, Doku, Valör, Espas.


Sanatın İlkeleri : Denge, Ritm, Hareket, Zıtlık, Bütünlük, Vurgu, Motif.








Görsel Tasarım İlkeleri 


Şekil - Zemin Anlatımları


Görsel Ritim


Zıtlık


Egemenlik-Odak Noktası


Düzlem


Görsel Denge








Görsel Tasarım Öğeleri 


Leke


Nokta


Hacim


Çizgi


Renk


Doku


Biçim


Ölçü








Biçimlendirme Teknikleri (2 Boyutlu) 


Karakalem


Füzen


Marker


Sulu Boya


Pastel Boya


Guvaj Boya


Kuru Boya


Yağlı Boya


Akrilik


Lavi


Baskıresim


Parmak Boya


Kolaj


Vitray


Karışık Teknik


Grafiti Sanatı


Batik


Fresk








Biçimlendirme Teknikleri (3 Boyutlu) 


Origami


Mask


Mozaik


Büst


Artık Malzemeler


Maket








Mimari 


Dönemler, Üsluplar ve Eserler


Mimarlar


Hayal ve Gerçek

Tek beynin ürünü olup ta bu kadar ayrı kalan iki kavram olarak ilginç buluyorum.

Bilincin kaynağı bulunamıyor ise gerçeğin nereden kontrol edildiği bilinemiyor demektir Böyle olmasına rağmen gerçek ve gerçekçilik bu dünya ile ilişkilendirilirken, hayal bir ütopya olarak bırakılıyor...

Gerçeğin oluşması için yaşanmış olması gerekiyorsa, gerçek tam bu anda olan en küçük zaman biriminde titreşen atom çekirdeği gibi tek başına olandır.

Bu durumda hayal zamanın çöktüğü andır !

Önü arkası yok her zaman orada  ve en büyük olan. 

Yani biraz bilime de dayanarak diyebilirim ki,

Gerçekler illüzyon ise, hayaller gerçek olandır.

Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.
Yahya Kemal BEYATLI