5 Haziran 2023 Pazartesi

Şamanizm










' Sakalar İskitler (Gizlenen Eski Anadolu Halkı) ''
Twitter sayfasından alınmıştır.



Yüzyıllar boyu doğa ile iç içe yaşayan 'Büyük Türkistan' insanı gökteki
oluşumların ihtişamını izledi, onlara anlamlar atadı, yeryüzü ile gökyüzü
arasında ataların ruhları üzerinden bağlar kurdu. Canlı cansız tüm varlıkların
içindeki cevherler keşfedildi, bu güçlerle ilişkiler kuruldu, onlardan medet
umuldu, bazıları onlara yakın oldu. Doğa karşısındaki güçsüzlük sonucu
doğaya teslimiyetle doğa dinleri oluştu. Daha doğru bir tabirle doğa inançları
oluştu.





Günümüzden binlerce yıl önce yaşanılan bu tefekküre Kamlık İnancı adı
verilmiştir. Son yüzyıllarda ise Şamanizm ve/veya Tengricilik de denilmektedir.
Şamanizm, tarih öncesine ait olan, yeryüzünde hiçbir uygarlığın mevcut
olmadığı dönemde oluştuğu varsayılan bir düşünce ve inanç sistemidir.
Şamanlığın oluşum serüveninin takvimsel zaman bakımından Mezopotamya ve
Sümerlerden 20.000 ile 25.000 yıl öncesine dayandığı varsayılır.



“Şamanizm, insanlığın belki de en eski inancıdır. Her hangi bir kurucusu veya
kutsal kitabı olmadığı gibi ortaya çıkış tarihi de belli değildir. Şamanizm'in köken
olarak anaerkil dönemde Sibirya'da Turaniler döneminde ortaya çıktığı tahmin
edilmektedir. Turani bir inançtır.


Şamanist inanca göre dünya, gök, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere üç kısma
ayrılır. Altay Türklerine göre "Aydınlık Âlemi", yukarıdaki dünyayı yani
gökyüzünü Tanrı Ülgen'le ona bağlı iyi ruhları temsil eder. Yeryüzünü, yani "Orta
Dünya"yı insanlar oluşturur. Yer altı dünyası olan "Aşağıdaki Dünya"yı ise Tanrı
Erlik ve ona bağlı kötü ruhlar oluşturur. Ayin ve törenlerini yapan, ruhlarla
insanlar arasında aracılık eden kişiye Kam/Şaman denir. İyi ruhlarla ilişki kurup,
iyilik yapan Şamanlara ak-Şaman, yeraltı ruhlarıyla konuşup, Erlik 'in
hizmetinde olanlaraysa kara-Şaman denir. Ölülerin ruhunu öteki aleme taşıyan
üst rütbeli Kamlara ise Kızıl Şaman denir.”



Şamanizm’e göre evrende her şeyin bir ruhu, canı vardır. Dağlar, göller,
ırmaklar, ormanlar hep canlı olarak kabul edilir ve ağaçlara kutsallık yüklenir.
Şamanlar, Gök Tanrı Ülgen'e ulaşılabilmek için içlerine kapanır ve vecde
ulaşmaya çalışırlar. Şamanlığın ne zaman ortaya çıktığı, ne gibi değişiklikler
geçirdiği kesin olarak bilinmemektedir. “Şaman sözcüğü için farklı görüşler öne
sürülmektedir: “Şaman kavramı, Hindistan’daki Pali dilinde ruhlardan esinlenen
kişi anlamına gelen "samana" (şamna) sözcüğünden türemiştir.



Şaman kavramının kaynağı, Sanskritçede budacı rahip anlamına gelen samana
(çramana) sözcüğüdür. Şaman kavramı, Mançu dilinde oynayan zıplayan, bir iş


görürken sürekli olarak hareket eden anlamındaki saman kavramından gelir.”
Firdevsi'nin “şehname”'sinde geçen "Semen" (Buda rahibi) sözcüğü dolayısıyla
Şaman sözcüğünün Hindistan kökenli olduğu söylenir. Şaman sözcüğü
Therca’da “Samane”, Çincede “Samen”, Farsçada Budist rahip anlamına gelen
“Semen” veya “Saman” kelimeleriyle ifade edilir.


Türk kavimleri Şamanlarına “Kam” adını vermişlerdir. Türklerin kullandığı “Kam”
kelimesi “kâhin, tabip, filozof, âlim” anlamına gelmektedir. Herodot, İskitlerin
önderlerine saçlarını kazıtmış bilge kam demektedir ve dolayısıyla İskit
inancının Kamlık İnancı olduğunu yazmıştır.


Türklerin az sayıdaki yazılı belgelerinden biri olan “Divan-ü Lügat İt-Türk”de
Otacıların hastaları şifalı otlarla tedavi ettikleri, kam’ların ise hastayı kendi
usullerine göre daha çok ruhi yollardan, efsun ve sihirle tedavi etmeye
çalıştıkları yazmaktadır.


“Kamın/Şamanın en önemli işlevlerinden biri hastaları iyileştirmedir. Hastalık bir
tür ruhun kaybedilmesi olduğu için şaman kaybedilen ruhu arar. Bulabilmek için
ruhun nereye gittiğini anlaması gerekir. Yerini saptadıktan sonra geri getirerek
hastanın bedeniyle bütünleştirir.”



“Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre eski Orta-Asya Şamanizm'inin temelleri
Gök-Tanrı, Güneş, yer, su, atalar ve ocak (ateş) kültleridir. Bu bağlamda Asya
halklarının inandığı Şamanlığın temelinde insan ve doğanın birlik ile beraberliği
ve uyumu düşüncesi yer alır.


Kök İnancımızda, Evren, dünya, insan, hayvan ve bitkiler âlemi bir bütün olarak
düşünülür. Dünya ve Gök, yaratma eylemini birlikte işbirliği halinde
gerçekleştirmektedir. Bunlar bütün varlıkların yaratıcısı olmalarından ötürü
kutsaldır.”



Birçok bilim adamı ve yazar şamanlığı bir din değil Kuzey Asya topluluklarının
dini duygularını içeren ve öteki âlem varlıklarına hükmeden bir tür kült inanç
olarak görmektedirler. Bazı tanımlara göre Şamanizm varlığı tüm insanların
tarihinde erken taş devrine ve daha da geriye kadar kanıtlanabilen, inisiyasyon
içeren bir vecd ve trans tekniğidir.



Bazı araştırmalar Şamanlığın bütün Türkistana ve Asya'ya yayıldığını
göstermektedir ki, pek çok araştırmacı artık Amerika Kızılderilileri de Şamanizm
kapsamında ele almaktadırlar. Çünkü Kızılderililerin de kökeni Türkistana
uzandığını tespit ettiler.



Nitekim Mircea Eliade Şamanizm adlı kitabında Asya’nın şaman
topluluklarında, Amerika Kızılderililerinde ve Okyanusya yerlilerinde sayısız
unsurun ortak olduğunu ortaya koymuştur. Turani Keltlerden, Kızılderililere ve
Moğollara kadar daha pek çok kavmin inanışı olmuştur. Şamanlık Avrupa'da ilk
çağ devirlerinden beri yaygındır ve farklı Töton kabileleri ve Fin-Baltık halkları
arasında Demir Çağı boyunca uygulanmıştır. Sibirya klasik şamanizmin
anavatanı kabul edilmektedir. Doğu Sibirya'dan Kuzey Kanada'ya kadar uzanan
geniş bir coğrafyada yaşayan Eskimo gruplarının şamanist uygulama ve
inançlara sahip oldukları kaydedilmiştir. Burada rahatlıkla söyleyebiliriz ki, son
1500 yıla kadar Türkler Turaniler dünyaya inanç ihraç ediyorken son 15 asırda
girmediği din kalmamış ve maalesef kök inancından, özünden, töresinden
uzaklaşmış, adeta ruhunu kaybedip büyük acılar çekmiştir hatta çekmeye
devam etmektedir.



“Şaman transı; kutsal, ilahi sahaya doğru açılan bir şuur deneyimidir. Buna
yolculuk denir. Her kabile hekimi şifacıdır, ama Şaman kendine özgü bir metot
kullanır. O, trans sırasında ruhu göğe yükselmek ya da cehennemi mekânlara
inmek üzere bedeninden ayrılan bir trans uzmanıdır. Bu trans ruhsal bir
yolculuktur. Ruhların ve yaşlı şaman ustalarının üstlendiği bu ikili eğitim bir
inisiyasyondur. Şamanı sıradan bir insan olmaktan çıkaran, toplunun itibar ettiği
bir kişi haline getiren bu inisiyasyon eğitimdir.”



“Şamanist inisiyasyonda her şaman eğitimden geçirildikten sonra şaman
olabilir. Asya Şamanist inisiyasyonlarında sırra erme denilen “inisiyatik ölüm” ya
da “cehenneme iniş” deneyimi Sibirya ve Orta Asya’daki Şamanist Türklerin
geleneklerine göre, hami-rehber ruhlarca, yeraltı denilen öte-âlemde veya
spritüel gök katlarında gerçekleştirilir. Bu deneyim, fiziksel olarak, genellikle,



orman, kır, mağara gibi toplumdan uzak ve kutsal sayılan bir yerde
gerçekleştirilir.



Davulu transa girmeyi kolaylaştıracak bir şekilde kullanmayı öğrenmiş aday,
birtakım acı verici sınavlara tâbi tutulduktan sonra, ölüm deneyimini yaşamak
üzere, transa girer. Şaman adayı birkaç gün süren bu deneyim boyunca, ruh ve
beden bağları gevşemiş halde yatar.



İnisiyasyonlardaki cehenneme iniş ya da ikinci doğuş denilen bu olgular
Şamanizm’de şaman adayının vücudunun sembolik olarak parçalanması
suretiyle organlarına ayrılması ve sonra bu parçaların birleştirilmesi veya
etlerinden sıyrılmış kemiklerinin etlenmesiyle vücuduna yeniden kavuşması
olarak simgelenir. Sırra erme denilen bu süre zarfında, hami- rehber varlıkları
şamanın ruhuna şamanlığı için gerekli her şeyi öğretirler.



Bu işlemler bittiğinde ve hipnotik uykudan çıktığında, aday kendini birtakım
güçlerle donanmış ve bir hayli değişmiş halde bulur. Artık yalnızca bedensel
gözleriyle değil, ruhani gözüyle yani kalp gözüyle de görebilmektedir.”



“Orhuncada ve Uygurcada “ruh” için can anlamına gelen “tın” sözcüğü
kullanılırdı. Bu aynı zamanda “soluk” demektir. Ölüm, soluğun kesilmesi, ruhun



bedenden ayrılıp uçması biçiminde düşünülürdü. Bu yüzden de “öldü” yerine
“uçtu” denilmektedir.



Ruhları öbür dünyaya göç eden ataların, orada rahatsız edilmemeleri, iyi
yaşamaları gerektiğine inanılırdı.



Şamanizm'de köpek ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber
verebilmektedir. Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında
öleceğine işaret sayılır. Şaman dünyasında ölüme inanılmadığı için Anadolu’da
da çoğunlukla “öldü” kelimesi yerine 'uçtu' denilir ya da; Ruhun ölmediğini



vurgulamak için, “Göçtü”, “Dünya değiştirdi”, “Hakk’a yürüdü” gibi anlatımlar
kullanılır.” “Asya Şamanizm’inde yer alan üç âlem: Yer, yeraltı, göktür, fakat
bunlar sembolik ifadelerdir. Yeraltı terimi Asya’nın kimi Şamanist geleneklerinde
öte- âlem anlamında kullanılır, kimi Şamanist geleneklerinde ise ölüm olayının
akabinde yaşanılan kargaşa ve vicdani hesaplaşma dönemini ifade etmek
üzere kullanılır. Dolayısıyla, bazı Şamanist geleneklerde yeraltı denildiğinde,
genellikle öte-âlemin titreşim düzeyi kaba ve yoğun ortamları söz konusudur.
Yeraltı deyiminin bu anlamda kullanıldığı şamanist geleneklerde öte-âlemin
huzurlu ortamları ise “gölgeler diyarı” gibi başka ifadelerle belirtilmektedir. Yakut
Türkleri, Çukçiler ve Yukagirler, insanın üç “can”ı olduğunu kabul ederler. Ölüm
olayında biri mezarda kalır, biri gölgeler diyarına iner, üçüncüsü ise Göğe çıkar.
Ölüler, bir süre sonra, yeryüzünde tekrar doğabilirler.



Uygurlar, inandıkları sürekli olarak tekrar doğma olgusuna “sansar” adını
verirler. Bu kavram Altay, Yakut ve Uygur Türklerinin geleneklerinde şöyle
açıklanır: İnsanların yaşadığı Yer, ölülerin göçtüğü “yeraltı” (öte-âlem) ve
spritüel anlamdaki Gök’ten oluşan üç âlem ya da ortam, merkezlerinden geçen
bir eksenle birbirine bağlıdır. “Yer’in göbeği” ile “Göğün göbeği” arasındaki bu
eksenin geçtiği, bu ortamların ortasındaki delikler ya da açıklıklar bir tür geçittir.



Şaman gölgeler diyarına giderken öncelikle “Yerin göbeği”ndeki bu delikten
“Yer’in Ekseni”ne ulaşmak, sonra da “Yeraltı”nın cehennemi kısmından geçmek
zorundadır. Ölen kimseler de bu yolculuğu yaparlar ki, bu yolculukta ölünün
geçemediği takdirde azap çekmesinin söz konusu olduğu bir köprüyle
karşılaşılır. Kuzey ve Orta Asya Şamanizm’inde yeraltı âlemi 7 veya 9 katlıdır.
Ölüm olayı ile beden terk edildikten sonra kimileri yeraltı katlarındaki ortamlara,
kimileri ise Gök katlarındaki ortamlara giderler.”



Evrenin ekseni ya da direği kimi zaman kozmik dağ ya da evren ağacıyla
özdeşleşir.” Altay’larda göğün üç ve dokuz katından söz edilmektedir. Ayinler
sırasında göğün bu katlarına çıkılır. Bazı toplumlarda 33 gök dairesinden



bahsedilmektedir. Altay Türklerinde tanrı Ülgen’in yedi veya dokuz kızı ve
birtakım yardımcı ruhları bulunmaktadır.”



“Şamanizm’de yeraltı denildiğinde bilinen fiziksel anlamıyla “toprağın altı”
anlaşılmaz. Yeraltından, her ölen insanın ruhunun göçtüğü ve Şamanların trans
deneyiminde gittiği çeşitli katlardan oluşan bir âlem anlaşılır.



Şaman, trans deneyimi sırasında, yapacağı uygulamanın amacı ve türüne göre,
ya yeraltı âlemine veya Göğe gider. Örneğin, bir hastayı iyileştirmek için Göğe
çıkması gerekir, fakat ölünün ruhuna eşlik etmek, hastanın ruhunu geri getirmek
ya da, yeryüzünü terk etmek istemeyen ölüleri gölgeler diyarına götürmek için
Yeraltı’na inmesi gerekir. Fakat her iki halde de şamanın önce yer altı âlemine
gitmesi gerekir, yani herhangi bir nedenle Gök katlarını aşması gereken bir
şamanın/kam'ın, önce yeraltı denilen âleme inmesi gerekir, kimse “Yeraltı”na
inmeden Göğe çıkamaz.



Yeraltı kavramı Grek tradisyonunda Hades biçimine dönüşmüştür. Şaman
inisiye adayının saflaşması için geçireceği yeraltı âlemindeki “organlara
ayrılma” deneyimi kimi inisiyasyonlarda “cehenneme iniş” ifadesiyle, Simya’da
ise Vitriol ifadesiyle dile getirilmiştir.



Bütün bu acılara dayanan ve hiçlik boyutuna ulaşan varlıkların da bu sonsuz
huzur boyutunda kaybolmaması ve yok olmaması için, bu tehlikenin varlığını
bilen kadim şamanlar ve eski Tao ustaları, bunun üstesinden gelebilmek için
çeşitli yöntemler kullanmışlardır.



Ein Soph’tan yani bilinmeyenden geri dönmeyi başaran bir Kabalacıya
genellikle aziz denilir. Karanlığa inip geri gelebilenin yaşamı artık sonsuza değin
değişmiştir. “O aynı ama farklıdır!” Çünkü o “Kaosun Muhteşem Düzeni”nin
Kozmik bilincine ulaşmış, “Bütünün Bilinci’nden ayrı olmanın ifadesi olan kaotik
yapıda “Bütünün Bilinci”nin” ifadesi olmuştur. Yani “heplik âleminde, hiçlik
âleminin ifadesidir artık” “Şamanizm’de alt âlemler hayvan bitki ve taşları
ilgilendirir. Orta âlem insanları ve üst âlem ise tanrısal ruhların olduğu âlemdir.
Şaman ise tören sırasında kendinden koparak bu üst âleme geçmekte ve
tanrısal âlemle bağlantı kurarak insanlar için yardım istemektedir. Şamanizmin



temeli tanrı, insan ve doğanın uyumuna dayanır. Şamanlık atadan gelen gücün
evlatta ortaya çıkması ile olur.



Şamanlar topluluklarının sağlığı ve esenliği için çeşitli dualar ederler ve bu gizli
yöntemlerin kuşaktan kuşağa aktarıcısı ve koruyucusudurlar.”



“Gökle yeraltı arasında yani güzellik ve kötülük arasında insanların yaşadığı
yeryüzü bulunmaktadır. Yeryüzü iki zıtlık arasında yaşamın varolduğu bir yerdir.
Siyahla beyazın, iyilik ile kötülüğün, güzellik ile çirkinliğin mücadelesi arasında
kalan insanın kendi doğru yolunu ruhlarının yardımı ile bulmaya çalıştığına
inanılırdı.



Evrenin yollarını kat etmeye çağrılan şaman, yolunu kaybetmemek için bu
yolları mümkün olan en iyi şekilde tanımalıdır; belirli hedeflere yönelmesi
nedeniyle bu hedeflere nasıl varacağını bilmelidir.”



“Maya Şamanizminde de üç âlem kavramı görülür. Yer, yeraltı âlemi ve ilahi
olan ruhsal gök. Aztek geleneği gibi, Maya geleneğine göre de, ruhsal gök
birçok “gök katı”ndan oluşurdu.



Yeryüzü ile ilâhî âlem arasında bu ortamlardan en aşağıdaki ya da en yoğun ve
kaba olanı insanların yaşadığı yeryüzü idi.“Eski Mayaların din adamlarının
uygulamaları onların birer şaman olduğunu göstermektedir.



Araştırmacı yazarlar, eserlerinde Amerika Şamanizminin Asya Şamanizminde
görüldüğü gibi, bir inisiyasyon içerdiğini belirtirler.”



Şaman inanışına göre ruh fizikî bedeni 40 gün sonra terk etmektedir. Bu
yüzden Türk destanlarında 40 sayısı çok yer alır ve 40 yiğitler, 40 kızlar...
Hikâyelerde ve masallarda 40 gün ve 40 gece düğünler, 40 haremiler, 40 satır
ve 40 katır çok geçer. 40'ı çıkması gibi... Bazı ejderhalar vardır ki onlar
yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi
ejderhaların 40 günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu


zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden 40 tane kıl koparılır, ateşe atılarak
yakılırsa ejderha da ölür. İslâmiyet'te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra
Kur'an ve Mevlit okutma âdetlerinin, Musa'nın Tanrı'nın buyruklarını Tur
dağında 40 gün 40 gecede almasının, eski Mısır’da firavunun ölümünden 40
gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda
kalmasının, Hıristiyanların paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının,
Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütununun ve kubbesinde de 40
penceresi olmasının kökeninde o devirlerden kalma şaman veya Kamlık totem
gelenekleri yatar.”



Günümüzde Şamanizm'den kalan birçok adet ve gelenek bulunur. Su dökerek
uğurlama mum yakılması, ağaçlara bez bağlanması ve dilek tutulması,
istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması
da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek... amacına yönelik
eski bir Şaman inanışıdır. Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir
âdettir. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya
yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldir.



Mezar taşı koyulması uygulaması da Şamanizmden kalmadır. Bazı insanların
olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere
rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için
“nazar boncuğu”, “göz boncuğu” takılır.



Eski toplumlarda büyü, din ve yaşam iç içe geçmiştir. Büyü eski Mısırda,
Şamanizmde, İnka-Maya kültürlerinde, Hint ve Tibet dinlerinde, Babil’de
görülmektedir. Kadim kurallardan birincisi, parçanın bütüne ait olduğudur ve bir
saç parçasına yapılanın bütün tarafından hissedileceğidir. Muskalar da aynı
şekilde ortaya çıkmıştır. Bir maddeye negatif veya pozitif enerji verilir ve istenen
amaçla kullanılır. “Gök Direk, Orta Asya Şamanizm’inde, Hayat Ağacı ve
Merdiven sembolizmaları arasında görülen özgün bir semboldür. Gök Direk



veya Dünya Direği, bir tür Hayat Ağacı sembolü olarak yerleşim yerinin
meydanına dikilen ve tepesinde özel bir kuş veya özellikle çift başlı kartal
bulunan bir kutsal sırıktır.



Dünyanın temel dayanakları sayılan Gök Direkleri, sembolik olarak,
gökyüzünde Tanrı’nın kudret ve kuvvetini simgeleyen yüce çift başlı kartala
kadar uzanır. Ulu kartal bu sırığın doruğuna tüner. Güneş doğunun, Ay batının
sembolü olduğu için kartalın iki başı bu yönlere doğru dönüktür. “Göğün de bir
direği vardır” şeklindeki bu inanış, yeryüzünde çok yayılmış ve âdeta insanlığın bir malı olmuştur.


Avrupalılar, eski Roma ve Yunan kültürleri de bu direğe inanırlardı. Bu inanış,
Türklerde de vardı. Türkler göğün direği olarak Kutup Yıldızı’nı düşünmüşler ve
bu yıldıza “Demir-Kazık” veya “Altun-Kazık” demişlerdi.



Orta Asya Türklerinden Kumanların MS 7. Yüzyıllardan sonra gökte, Güneş ve
Ayı birleştirip tek Tanrılı bir inanış olarak kabul edilebilecek Monoteist, "Gök
Tanrı" dinine inandıkları görülmektedir. Ancak Ülgen'in altındaki Tanrılar ikincil
dereceli tanrılardır.” “Çeşitli toplumların mitolojilerinde sözü geçen ağaç kimi
zaman yaşamı, kimi zaman da evreni tasvir etmek için kullanılır. Birbiriyle
ilişkisizmiş gibi görünen birçok toplumun ortak ağaç motifi paydasıdır.



Çünkü ağaçlar kökleri ile yeraltında, gövdesi ile yeryüzünde ve ışığa yönelen
yaprakları ile gökyüzündedir, yani evrenin üç katını birleştirir. Yaşamı en iyi
simgeleyen de ağaçlardır. İlkbaharda çiçek açmaları, meyve vermeleri doğumu,
sonbahardaki yaprak dökümü ise yaşamın sona erişini çağrıştırır.



Semitik gelenekte Hayat Ağacı’nı literatüre girişi Tevrat’ta geçen “Tanrının
bahçe ortasına Hayat Ağacı’nı ve Bilgi Ağacı”nı dikmesi ile başlayıp; Âdem-



Havva’nın Şeytan’ın tahriki ile bu ağacın yasaklanan meyvesinden yedikleri için
cennetten kovulmalarıyla devam eder. Yenilen elma bilgidir; yılan ya da şeytan
akıldır.” Hayat Ağacı, çoğu efsanelerde, Kaybolan Hazine ya da Kelime gibi,
mitos kahramanın önüne çıkan çeşitli engellere rağmen aradığı ve ulaşmak
istediği ana hedef ve amaç olarak gösterilir.”



Birçok kadim kültürde benzer adlarla yer alan “Ankh” işaretinin bir benzeri
şaman sisteminde de mevcuttur; figür üç âlemi temsil eder. Şamanizm
tefekkürü çok tanrılı çok ruhlu ve totemli gözükmekle beraber, Uygur tapınakları
incelendiğinde farklı bir görüntü ile karşılaşılır.



Aslında var olan tek tanrı Gök Tanrısı'dır. Tanrının insanlarla veya başka
cisimlerle tasvir edilmesini kabul etmemektedirler. Putlar tanrının tasviri olarak
yapılmamıştır. Birinin çok sevdiği bir yakını öldüğünde onun sureti yapılmakta
ve evde saklanmaktadır. 85-Şamanizm halk kültürü kanalıyla birçok öğesini tek
tanrılı dinlere taşımıştır.



Bazı uygulamalar ve halk arasındaki inanışlar Şamanizmin izlerini taşır.



Şamanın en önemli görevi ise çocuk ve torunlarına evrensel denge
mekanizması çerçevesinde bilgelik aşılayarak onları en iyi şekilde yetiştirmek
ve hayata hazırlamaktır.



Michael Harner; Şamanın Yolu

Şamanizm - Türkler’in İslamiyetten Önceki Dini; Cemal ŞENER
Okültizm – Tarih Boyunca Gizli Bilimler; M. Reşat GÜNER

Ana Britannica Ansiklopedisi, Cilt 5

2. Gelişim Hachette Ansiklopedisi, Cilt 2

Ruhsal Gelişim ve Kader; Ender SARAÇ

Kaosun Muhteşem Düzeni "varoluş”; Süleyman Diyaroğlu
Dergi : 2019 Mart / Sayı: 64



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder