19 Haziran 2014 Perşembe

KUVARS KRİSTALİNİN ÜZERİMİZDEKİ ETKİSİ



















Kainatta beş ışınlı simetrinin yasaklanmış olmasına rağmen kristallerin bu yasağa aykırı bir tabiatı söz konusudur.   N. V. Belov (1891-1982)



Bu yazı  Doç. Dr. Sibel Kılıç'ın 
''TAKILARDA KULLANILAN ORGANİK VE 
MİNERAL TAŞLARIN İNSAN ÜZERİNE ETKİLERİ'' 
adlı araştırmasından kısa bir alıntıdır.




Modern çağın, metropol yaşantısı içerisinde yüksek düzeyde stres altında varlığını sürdüren ve gerilim altında yaşamasına bağlı olarak olumsuz elektrik yükü ile şarj olan bireylerin , toprak ile irtibatsızlığına alternatif olarak, bu eksikliği taşlar vasıtası ile ikame edebilecekleri düşünülmektedir. 



Taşlar, içerdikleri kristal yapılarından dolayı sürekli titreşim halinde ve buna bağlı olarak elektrik akımları yaymaktadırlar. Taşların moleküler yapılarını sürekli titreşen canlı bir organizmaya benzetecek olursak, bu yapı insan vücudu ile farklı koşullarda temas haline geçtiğinde elektrik yükünü deşarj ederek kötü elektriği bünyesine almaktadır. 



Bu yapıları itibarıyla insan bünyesinin ürettiği veya dışarıdan aldığı elektrik akımlarıyla da tepkimeye girerek insanlarla aralarında elektriksel bir bağ oluştururlar. Vücudun salgıladığı ya da yaydığı elektrik akımının düzeyine bağlı olarak, taşlarla içerisine girilen iletişim farklı güç seviyelerinde ortaya çıkmaktadır. Bu iletişim bazen fiziksel olarak gerçekleşirken bazen ise , akli, ruhi ve duygusal boyutta bir algıdan ibaret olur ki taşların parapsikolojik etkisi denen yönü de nitekim bu bağlamın uzantısıdır. 



Organik ve mineral taşların insan sağlığı üzerine etkileri ve alternatif tıp alanında kullanım pratikleri dünya üzerindeki tüm toplulukların ortak ilgi alanlarını oluşturur. Her ne kadar konuya ilişkin oluşturulan terminoloji ve rivayetler toplumların milli yapılarına paralel olarak farklılaşsa da, ilginçtir ki birbirinden tamamen bağımsız, izole ve etkileşimsiz toplulukların uygulama pratikleri birbirine şaşırtıcı şekilde benzemektedir. 



Örneğin akik taşının görme üzerinde yaptığı etkiler ve buna ilişkin oluşturulan milli söylencelerde biçimsel olarak farklılıklar öz olarak ortaklıklar görülmektedir. Çünkü ilgili pratikler öğretilen değil süreç içerisinde yaşam tecrübeleri içerisinden kendiliğinden damıtılan tecrübe, deneyim ve birikimlerinden oluşan bilgi yığınlarıdır. 



Bir başka deyişle, organik ve mineral taşların, insan organizmasıyla oluşturduğu ahenk, taş ile önemli ölçüde muhatap olan insanoğlunun süreç içerisinde kendisini hissettiren, doğal bir çıkarımıdır.

Yaklaşık 80 bin sene önce Ortadoğu’da modern insanın ortaya çıkması ile Neolitik atalarımızın ölülerini kuvars kristalleri ile birlikte gömdükleri bilinmektedir. Aynı zamanda Şamanlar’da ilkel ritüellerinde kristalin büyüsel ve tılsımlı özellikler atfettikleri ettikleri kristallerden faydalanmışlardır. 


Nitekim büyülü kristal küreler” anonim halk edebiyatına ve her toplumun mitolojik hikayelerine tema oluşturan oldukça önemli bir tema olarak dikkat çekmektedir. Oldukça köklü bir tarihe sahip olan taşlar ve insanoğlu arasındaki ilişki çeşitli anlam,önem ve biçimlerde halen sürmeye devam etmektedir. Kuvars Kristali, Akik Taşı, Aventurin, Mor Yakut, Sitrin, Yeşim Taşı ve Sodalit gibi taşların insan sağlığı ve enerjisi üzerindeki etkileri çok uzun zamanlardan bu yana itibar edilen bir durumdur. Belirtilen bu faydalı etkiler, kıymetli taşlarla şarj edilen suyun tüketimi sonrasında da gözlemlenmiştir. 



Değerli taşlarla şarj edilen su içildiğinde sağladığı faydalarla ilgili teorilerden birisi, Kuvars Kristali ile alakalı olup, vücudun çakralarına yaptığı etkilerdir ki, bu bilginin geçmişi çok eski Tibet inançlarından da öteye gidebilmektedir.  İşte bahsi geçen bu her Çakra ya da enerji merkezi yarı değerli bir taş ile alakalandırılır. Yarı değerli taşlarla ya da kristallerle şarj edilen içme suyu bahsi geçen bu enerji bölgeleri arasında bir denge sağlayarak bedensel bir armoni oluşturur.

Statik bir dengeye sahip olan kristal ile dinamik bir dengeye sahip olan organizma, canlı birer organik yapıya sahip olmaları bağlamında birbirlerine yaklaşırlar.

Kainatta beş ışınlı simetrinin yasaklanmış olmasına rağmen kristallerin bu yasağa aykırı bir tabiatı söz konusudur. Sovyet devrinin kristaller üzerinde çalışan bilim adamı, kimyager, akademisyen 




N. V. Belov’a (1891-1982) göre:



Kristallerde iç parçacıkların birbirine uyuşmaması yüzünden meydana gelen devamlı çelişki, o parçacıkları canlı tutmaktadır. Bunun akabinde ise, kristalin özünü oluşturan o parçacıklar bir canlılık sağlamaktadırlar. Bu ise kristalde ve diğer küçük organizmalarda kendine has bir simetriyi koruyarak onların hayatta kalmasını sağlayarak, taşlaşmaktan korur ve varlığını devam ettirir. Buna rağmen kristalin de, organizmanın da kendi içlerinden meydana gelen sistemle yürütüldükleri için aralarında yeteri kadar benzerlikler de vardır. Canlı organizmanın çevredeki olaylara reaksiyonu olduğu gibi kristalin de aynı şekilde tepkisi vardır. Bazı kristaller sıkıştırıldığı zaman onlarda yüzeysel şarz yükü meydana gelir. Dolayısıyla kristallerde organizmalar gibi üşüme ve hastalanma söz konusu olabilmektedir. 

Robert Scott’un 1906’da Güney kutbuna seyahatindeki asıl sorun da bu konuyla alakalıydı. Yani makinenin çalışması için gereken maddelerin donma noktalarının yanlış tespit edilmesidir. Organizmaların hastalığa karşı dayanıklılığını arttırmanın en mühim yolu bağışıklık sistemini daha aktif hale getirmektir. Yani gıda maddelerine bazı mikromaddeleri katmak iyi gelebilir. Kristallerde de aynen bu görüş geçerlidir. Kristaller âleminde karakterlerin uyuşması denen bir terim de vardır, buna Epitaksi denir. Benzer yapıdaki kristaller birbirinin üstünde büyüyüp genişleyebilmektedir. Mesela, alüminyum kromun, klorin ise sodyumun üstünde gelişme gösterebilir. 

Dolayısıyla kristal örneğinde görüldüğü üzere taşlarda organizmalarda görülen dinamik karakterin statik analoğunu görebiliyoruz. Nitekim, canlı organizmalar gibi kristalinde uzayabilme, beslenebilme ve üretilebilme özelliği söz konusudur. Kristalin uzama tekniği Deoksiribo Nukleik Asit’inkine benzerdir.Başka bir deyişle, kristal spiral şeklinde yuvarlak dönüşler yaparak uzar. Birbirinden tamamen ayrı zaman dilimlerinde çalışan Sovyet kristal bilimi uzmanı G.G. Lenleyn ve İngiliz kristal uzmanı F. Frank kristalin kendi kendine döngü yaparak, basamak basamak, spiraldeki döngü sayısını azar azar çoğaltarak uzadığını iddia etmişlerdir. 

Kristalin söz konusu fiziksel değişimi, çevresi ve kendisi ile girdiği tepkime sonucunda geçirdiği başkalaşımın ifadesidir. Bilinen taşların birçoğu mineral oksit ya da silikatlardan oluşmaktadır. Örneğin, kuvars ailesinin bütün üyeleri, kristal kuvars, ametist ve gül kuvarsı da dahil olmak üzere tamamı silisyum dioksittir (SiO2). 



Kristaller ana iki grupta incelenir :

“Makro kristalinler”

kısmen silisli toprakla dolmuş damar boşluklarında büyürler ve elverişli koşullarda ise Sitrin, Ametist ve Kristal Kuvars olarak ve ağırlıkları yüzlerce kiloyu bulan büyüklüklere kadar ulaşabilirler.

“Mikro kristalinler”

dünyanın yüzeyine daha yakın yerlerde büyürler, küçük ve mat kristallerden oluşurlar.

Bir tür kristal olan Kuvars taşı yüzyıllardır alternatif tıbbın pratikleri arasında yer almakta olup, insanın bedensel ve ruhsal sağlığı üzerine yapmış olduğu etkiler, insanoğlunun yüzyıllar içerisinde oluşturduğu gözlem ve deneyimleri sonucunda oluşan bellek rafından alınan bilgiler arasındadır. 




Organizma ve kristal arasında kurulan bu ilişki, yüzyıllardır bir çok organik ve mineral taşlara duyulan itibarı akla uygun hale getirmekte olup, tecrübe ve gözlemlere dayalı olarak kabul gören bir takım inanç ve rivayetlere açıklama ya da rasyonel bir bakış açısı getirir. Nitekim konuya ilişkin olarak bilim adamları taşlar ve insanlar arasında kurulan bilgi bağına ilişkin bazı savlar ortaya atmaktadır. Bu düşünceye göre, taşlara ait olan minerallerde mikro maddeler bulunmaktadır. 

Yani elektrondan da küçük olan ve maddeyi ve o maddeyle ilgili kişiyi de saran zerre kadar küçük maddelerdir.

Bu nedenle de ‘bio-ritmi’ birbirine uyuşan böyle varlıkların bilgi bağı normal kabul edilmiştir. Bu görüşün asıl anlatmak istediği takılardaki değerli taşların sadece süs eşyası olmayıp, üstelik onu takan kişiyle bio-ritminin uyuşup uyuşmamasına göre insana etki etmesidir. Nitekim, ilgi çekicidir ki bazı insanlar ellerinde hiçbir teknolojik cihaz olmadan farklı minerallerin ve madenlerin yerlerini toprağın hayli altında olmasına rağmen, tespit edebilmektedir. 




Bilim adamları, insanların yüzde doksanının bu yeteneklere sahip olduklarını ama onları kullanabilmek için tekrar tekrar denemeleri ve konu üzerinde çalışmaları gerektiğini söylemektedirler. Farklı astroloji uzmanlarının bazen farklı yorum yapmasına rağmen onların hepsinin kabul ettiği bir gerçek şudur ki, taşın ve onu, taşıyan kişi arasında güçlü bir psikolojik bağ oluşur ki bu bağ insan üzerinde olumlu yönlendirme etkisine yol açar.






 

 

Doç. Dr. Sibel Kılıç - Öğretim Görevlisi, Marmara Üniversitesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Kuyumculuk ve Takısı Tasarımı Bölümü




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder